Edebsizlik

Ana Sayfa Web Sayfasi Yapilir hakantok VOLKSWAGEN 1303 kapak fotograflari is basvurusu yap Dugun Gelenekleri hakantok hakantok Ankara Tanitim Fenerbahce  Burclar  istanbul plajlari ilginc oteller dünya plajlari Ankara Tanitim Otel Adresleri Tuz Gölü Turizm Türkiye Tanitalim Ankara Havuzlar Blog Kpss Test Kpss Test 2 Kahve Fali Taxi Telefonlari Ozel Telefonlar Kaybolan Meslekler Antik Kentler Sehitlerimiz Gezelim Gorelim TBMM Gezici Rehber Anadol STC Memur Haberleri Nostalji Anilar Alocular  Gundem  Otel ik Turk Starlar Dini Sozluk 1 Dini Sozluk 2 Ozturkce  Reklam Alinir Marka Hikayeleri Site Maps Kangal  Turizm Tanitim Evlenmek istiyorum Gida Teroru Yerli Araba iletisim Bilgilerim Twitter Takipci Ek Gelir israil Boykot Yerel Medya Aile  Derin Haber Edebsizlik Teror Siyaset Aile  Yolsuzluk Askerlik-Sehitlik Hz Muhammed Asti ANKARA Jigolo Servisi



Yarışmalar, Diziler ve Piçler

Bu milleti değiştirmek ve dönüştürmek için çok projeler hazırlandı, çok adımlar atıldı. O kadar ki; Türkiye’yi İslâmın geri bıraktığı iddia edilip, Türklerin Hıristiyanlığa geçmesi bile teklif edildi. Hem de Atatürk‘ün başkanlık ettiği Meclis oturumlarında!
O dönemde, hangi CHP’liden hangi tekliflerin geldiğini merak edenler, Meclis zabıtlarına bakabilir. Ya da, merhum Ahmet Kabaklı‘nın Temellerin Duruşması adlı kitabını bulup, okuyabilir!
İşin doğrusu;
Atatürk de bu konunun tartışılmasını istiyordu.
Ne var ki, Kâzım Karabekir‘den gelen sert eleştiriler üzerine, böyle bir devrim yapılmasından vazgeçildi.
Ancak, daha sonraki yıllarda, yine CHP‘lilerden, değişik teklifler geldi. Kimi; camilere, tıpkı kiliseler gibi sıralar konulmasını, kimi de Türk bayrağındaki Hilâlin yerine veya yanına Haç konulmasını istedi!
Uzun lâfın kısası;
Allah dememekle eleştirilen ama bu eleştirilere “Allahaısmarladık dedik ya” diyerek cevap veren İsmet İnönü‘lü yıllarda, Türk halkını dönüştürmek için epey çaba harcandı.
Ezanın aslî diliyle okunmasının yasaklanıp, Türkçeleştirilmesi ve Türkçe ibadet girişimleri, tamamen dönüştürme projesinin adımlarıydı.
Hasılı kelâm;
O günler, Müslüman mahallesinde salyangoz satıldığı günlerdi!
Bereket ki başaramadılar!
Tamam; yonttular, zımparaladılar, törpülediler ve sonunda Müslümanları da yumoşlaştırdılar ama, hiç olmazsa dinde sapma olmadı!

3 – 5 ZİBİDİNİN HAYATI!

Evet, olmadı ama; bu, vazgeçtikleri anlamına gelmiyor.
Zira; Müslüman mahallesinde salyangoz satma ve halkı dönüştürme çabaları aynı hızla devam ediyor.
Bireysel olarak da devam ediyor,
Kurumsal olarak da!
Hele bir bakın televizyonlara.
Hani, kısaca Televole olarak adlandırdığımız programlar var ya, işte onlara bir bakın.
Eskiden, sadece Maraba Televole dedikleri tek program vardı. Şimdi ise, aynı formattaki programlar, yerden mantar biter gibi çoğaldı. Her akşam, hangi kanalda kaç program olduğunu, inanın sayamaz oldum. Canlı Canlıdan tutun da, Harika Pazara, Pazar Keyfine ve Özel Hata, Kırmızı Halıya, Gizli-Saklıya, Doludizgine ve Süper Kulüpe varıncaya kadar, hepsinden pespayelik, hepsinden müptezellik ve hepsinden lâğım akıyor! Tiksinti veren görüntüler, ekran ekran dolaştırılıyor!
Sadece 100-150 kişinin yediği haltların döndüre döndüre gösterildiği, aynı görüntülerin, farklı isimlerle ekran ekran dolaştırıldığı programlara bakıp, sık sık sorarım: Bu programlar, kime ne veriyor? Ve de, Türkiye’ye ne kazandırıyor?
Öyle ya; Hangi manken nerede ve nasıl frikik vermiş? Hangi şarkıcı, hangi bara kiminle gelmiş, ertesi gece niye sevgili değiştirmiş? Kim, nerede ve nasıl külot değiştirmiş? Kim, geceyi, kiminle beraber geçirmiş? Hangi artistin bacaklarında selülit varmış!
Programlar, bu haberlerle dolu!

TELEVOLE CUMHURİYETİ!

Televizyonlar böyle de, gazeteler pek mi farklı? Onların gündemi de aynı. Eskiden iç sayfalarda verilen Seks! Fuhuş! Cinsellik haberleri, şimdi sürmanşetlerde!
Bu haber ve görüntülere bakıp, diyorum ki; T.C. nin açılımı Türkiye Cumhuriyeti değil, artık Televole Cumhuriyetidir!
Tamam; Televole programının yayından kaldırıldığını ben de biliyorum.
Kaldırıldı da, yerine namuslu bir program mı konuldu?
Elbette hayır!
Televole’den doğma piçler işgal etti ekranları!
Bu programlarda, öyle bir ışıklı sahne ve öyle bir parıltılı hayat sunuluyor ki, arka plandaki karanlık dünya ve iğrençlik gösterilmiyor!
O karanlık yüzde yaşananları bilen yok!
Bilenler de anlatmıyor zaten!
Ya da, anlatamıyorlar!
Anlatanlar götürülüyor!
Ya önceden çekilmiş video kayıtlarla fişlenerek ya da izbe köşelerde şişlenerek! Kimi de; Burçin Bircan gibi, altın vuruşun kurbanları oluyor!

BİLİNÇLİ BİR KOKUŞTURMA!

Açık ve net olarak söyleyeyim:
Bu iğrenç işleri tezgâhlayanlar, kesinlikle bu ülkenin kanını, bu milletin vicdanını taşıyor olamaz!
Onlar; Bilinçli bir yozlaştırma, kokuşturma ve çürütme operasyonunu, büyük bir ustalık ve sinsilik içinde yürütüyorlar bu ülkede. Çağdaş bir yaşam diye, çirkef bir hayat empoze ediyorlar insanlara. Diyeceksiniz ki; Alt tarafı bir program! Her şeyler gözler önünde! Bunda, büyütülecek ne var?
Var! Hem de; sütunlar dolusu değil, sayfalar dolusu büyütülecek bir olay bu!
Çünkü;
Bu pespaye hayat, ister istemez etkiliyor gençleri!
Cezbediyor!
Ya sonra;
Önce, kimlik bunalımı başlıyor! Yaşadıkları çevre, tatmin etmez oluyor gençleri!
Yaşadıkları hayatın gerçeklerine karşı, körleşiyorlar!
Sorumluluk duygusunu kaybediyorlar!
Ahlâkî değerler, önemsizleşiyor!
İdeallerin yerini, idoller alıyor!
3 haftalık reklâm aşkları gerçek aşk zannediliyor!
Sonuçta; toplumsal faylar kırılıyor!
Aslında, büyük bir deprem yaşıyoruz milletçe, ama kimse farkında değil!

EVLİLİK ÇAĞDIŞI!

Sadece Canlı Canlılar, Özel Hatlar, Harika Pazarlar, Kırmızı Halılar ve Uçan Kuşlar değil, aynı rezalet, aynı pespayelik, aynı iğrençlik yarışma ve evlilik programlarında da görülüyor!
Biliyorsunuz, bir zamanlar; Size Anne Diyebilir miyim? veya Gelinim Olur musun? türü yarışma programları vardı.
Hoş, şimdilerde yarışmaya da gerek kalmadan, kadınlar ve erkekler, ekranlardan pazarlanmaya başladı ya, o da ayrı bir mesele!
Biraz önce dediğim gibi; Kime, ne veriyor bu programlar?
Türkiye’ye ne kazandırıyor?
Verdikleri, getirdikleri tek şey; Kokuşma ve çürüme!
Evet, getirdikleri tek şey; kokuşma ve çürümeden ibaret!
Nitekim, bunu kendileri de itiraf etmişti bir zamanlar.
Vakit’in 14 Aralık 2004 tarihli manşetinde ibretlik itiraf başlığı vardı.
Haberin özü ve özeti şuydu:
Gelinim Olur musun? isimli programın fikir babası Murat Üçkardeşler, haftalık bir dergiye yaptığı açıklamalarda, bu programı yapmakla nasıl bir mesaj vermek istediğini şöyle itiraf ediyordu: Evlilik kurumuna karşıyım! Evlilik, bana göre çağdışı bir olay!
Devam ediyordu Üçkardeşler:

» Ben bu program vasıtasıyla evliliğin ne kadar yanlış ve sahte olduğunu insanlara gösterebiliyorum! Amacım yarışmacıları evlendirmek filan değil; bu program vasıtasıyla insanlara bir takım mesajlar vermek istiyorum! Çünkü toplumumuz hâlâ flörte karşı. Mesela kaynanalar genelde bakire gelin istiyorlar.
» Bir kız hâlâ bizim toplumumuzda rahat rahat flört edemiyor. Varoş ve Anadolu kültüründe hâlâ çocuklarının nasıl evleneceği konusunda aileler belirleyici. Kadınların kendilerini kanıtlama sorunları var. Mesela kaynanalar genelde bakire gelin istiyorlar. Bu çok ayıp. Bir kadın bunu nasıl söyler?
İşte bu sözler; Türkiye’de birilerinin aile ve namus kavramını yıkmak için; bilinçli bir şekilde nasıl çalıştığının çarpıcı bir belgesiydi!

BABASI BELİRSİZ PİÇLER!

Tabiî, tek belge değildi.
Birileri aile kavramını dinamitlemek, evlilik kurumunu yıkmak için sözde yarışmalar düzenlerken, toplumu dönüştürmek gibi sinsî bir görev üstlenen bazı dizilerde rol alan Leyla Kömürcü adlı artist de; ABD’deki bir sperm bankasından aldığı tohumla döllenmişti. Amerikalı damızlık boğanın rengi beyazmış!
Boğa beyaz ama, kendisi meçhulmüş! Bu da demektir ki; doğuracağı çocuk, nesebi gayri sahih olacak!
Malûm; buna, bizim toplumumuz Veled-i zina diyor! Yani, babası belli olmayan çocuk! Bu ifadeyi daha da kısaltıp, Piç diyenler de çoğunlukta!
Evet, Leyla Kömürcü adlı kadın; babasını, kendisinin dahi bilmediği bir piç doğurdu! Kömürcü, şu anda, İyi yaptım diyor!
Ama, peydahladığı çocuk büyüyüp de, Leyla’nın piçi aşağılamalarına maruz kaldığında, bakalım ne yapacak?
Biliyorsunuz; Leyla Hanım, Kömürcü olan soyadını daha sonra Bilginel olarak değiştirdi. Nesebi gayri sahih olan çocuğunun adını da Kayra koymuş

Leyla Kömürcü

Toplumun Piç dediği babası belirsiz çocuk, sadece Kayra değil. Münir Özkul‘un kızı olan Güner Özkul da, Kıbrıs’taki bir sperm bankasından çocuk sahibi olmuştu! Ortalığı piçlerin işgal edeceğini zamanında farkeden Sağlık Bakanlığı, 6 Mart 2010′da duruma el koydu, Resmî Gazete’de yayınladığı yönetmelikte dedi ki; Sperm bankasından aldıkları spermle hamile kalanlar, 3 yıl hapis cezasıyla yargılanacaklardır!

Kel Mahmut Lakaplı Sinema Oyuncusu Münir Özkul ve Babasız Torunu

Son iki yıldır, bu işlerin Televoleler ve dizi filmler ile yürütüldüğünü düşünüyorduk ki, son günlerde Derya Taşdiken adlı bir kadın peyda oldu ekranlarda. Uzun süre Doğan Grubu’nun çıkardığı Anneyiz Biz dergisinde çalışan Derya Taşdiken’in projesi şuymuş: Anne sütü olanlar, olmayanları bulsunlar! Peki, nasıl olacak o iş?
Sütü olmayan bir anne; Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi olduğuna bakmadan sütü olan bir anne bulacak ve çocuğunu götürüp ona emzirtecek!
Eğer o kadının da bir çocuğu varsa, çocuklar süt kardeşi olacaklar ki, normal kardeşe haram olan, süt kardeşe de haram olacaktır. Peki, o çocuklar büyüyüp de aynı memeden süt emdiklerini bilmeden, meselâ evlenmeye kalkarlarsa ne olacak? Ortaya; kardeşin kardeşle evlenmesi gibi bir sapıklık çıkacak ki, bu işlere Derya Taşdiken’in aklı erer mi acaba?
Bu işe bilerek mi kalkıştı, yoksa dinî kaidelerden haberi mi yok?
Bankadan sperm almakla, meçhul bir anneden süt emzirtmenin hiçbir farkı yoktur! Çünkü, bu işin kontrolü ve takibi mümkün değildir! Hele hele, İslâmi şuuru olmayan biri, bu kontrolü hiç yapamaz!
Dolayısıyla nesepler karışır!
Demem o ki;
Bu projenin arkasında kim veya kimler varsa, toplumu dönüştürme çabasından vazgeçsin! Kim ki toplumun genleri ile oynamaya kalkarsa onları deşifre etmekten çekinmeyiz!
Yeter! Çekin elinizi milletten!

(Hasan Karakaya, 2012-05-24

Sapık Evliliklere Destek Veren İlk ABD Başkan

Eşcinsellere desteği nedeniyle San Francisco’da Obama’ya teşekkür kartları yazıldı. ABD Başkanı Barack Obama, bu konudaki aylar süren sessizliğinin ardından eşcinsel çiftlerin evlenmesine destek verdiğini söyledi. Böylece Obama, görevdeyken eşcinsel evlilikleri destekleyen ilk Amerikan başkanı oldu. Gelecek Kasım’daki başkanlık seçimlerinde Obama’nın rakibi olacak Cumhuriyetçi Partili başkan adayı Mitt Romney ise, Obama’nın bu açıklamasının hemen ardından eşcinsel evliliklerine karşı olduğunu duyurdu.
Son günlerde Başkan Yardımcısı Joe Biden ve bakan Arne Duncan da eşcinsel evliliklerine destek verdiklerini açıklamıştı. Gallup’un yaptığı kamuoyu araştırmasına göre, Amerikan halkının yüzde 50′si eşcinsel evliliğin yasallaşmasına destek veriyor. Obama bu konudaki tutumunu açıklaması yönünde giderek artan baskının ardından, ABC televizyonunda bir söyleşi yaptı.
Obama, “Bu noktada, çıkıp eşcinsel çiftlerin evlenebilmesi gerektiğini düşündüğümü söylemem benim için önemli” dedi. Barack Obama ayrıca, yönetiminin eşcinsel Amerikalıların haklarının arttırılmasına bağlı olduğunu belirtti. Obama, “Lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüellerin daha eşit haklar elde edilmesini savundum. Eşcinsel evliliği konusunda tereddüt ettim. Çünkü yasal birlikteliğin yeterli olduğunu düşünüyordum” dedi.
Obama, kendi ekibindeki eşcinsellerin birbirine bağlı, tek eşli ilişkiler içinde olduğunu gördükten sonra bu görüşünü değiştirdiğini vurguladı. Amerikan Başkanı kendi ailesiyle yaptığı tartışmaların da bu konudaki görüşlerinde yaşanan evrime katkıda bulunduğunu belirtti.
Newsweek, Obama’yı Neden Eşcinsel İlan Etti?
ABD Başkanı Barack Obama eşcinsel mi?
Değil.
Peki, Amerika’nın önde gelen haftalık haber dergisi Newsweek bu hafta neden Obama’yı ‘İlk Gay Başkan’ başlığıyla kapak yaptı?
Daha önemlisi, Obama, bu kapağı görünce ne yaptı?
Kafasına yerleştirilmiş, eşcinselliği sembolize eden gökkuşağı halesi için ne dedi?
Hemen söyleyeyim, hiçbir şey.
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jay Carney’e sormuş gazeteciler, “Başkan’ın Newsweek kapağına reaksiyonu ne oldu?” diye.
Carney gülümseyerek cevap vermiş: “Başkan’ın kapağı gördüğünü zannetmiyorum!”
Görmemiş olması mümkün mü?
İmkânsız! Amerika’da sosyal medya üç gündür Newsweek’in kapağı ile çalkalanıyor.
Siyasi analistler Obama’nın geçen hafta yaptığı eşcinsel evliliği destekleyen açıklamasının kasımda yapılacak seçimin kaderini etkileyip etkilemeyeceğini tartışıyor.
İşte tam böyle bir ortamda Newsweek, Time dergisinin geçen hafta yayımlanan tartışmalı anne sütü emen 3 yaşındaki çocuk kapağına nazire yaparcasına Obama’yı Amerika’nın ilk gay başkanı ilan ediyor.
O zaman ne anlama geliyor bu cevap?
Emin olun, Obama da sözcüsü Carney ve Newsweek’in yayın yönetmeni Tina Brown gibi olan biteni gülerek izliyor.
Çünkü Obama’nın eşcinsel evliliğe destek açıklaması cesur olduğu kadar siyasi. Tina Brown’un ‘ilk gay başkan’ kapağı ise siyasi gözükse de aslında ticari.
Çünkü Obama Cumhuriyetçilerin Mormon başkan adayı Mitt Romney ile ekonomi karnesi parlak olmadığı için kültürel alanda kıran kırana bir rekabete giriyor.
Tina Brown ise Time dergisine en iyi bildiği yaşam tarzları alanında kafa tutuyor.
Zaten bu göreve getirilmesinin sebebi bu şekilde tartışmalı kapaklar ve dosyalar hazırlamak.
Meselenin siyasi ve ticari kısmı böyle. Fakat bu kapak üzerinden Amerika’da süren daha önemli bir tartışma var, o da hem siyasi kültür hem de gazetecilik mesleği ile ilgili.
Gazeteciler ilk klişesini çok sever. Bu Amerika’da da böyle, Türkiye’de de. Fakat her ülkenin siyasi kültürü farklı. Türkiye’de böyle bir kapak yapılabilir mi?
Bir gün bir başbakan eşcinsel evliliği savunursa neden olmasın?
Obama gerçekten de Amerika’nın ilk gay başkanı olduğu için bu kapak yapılmadı. Zaten eşcinsel olduğunu açıkça belirten makalenin yazarı Andrew Sullivan daha ilk satırlarda bunun bir metafor olduğunu ve düz bir biçimde okunmaması gerektiğini söylüyor.
Obama’yı gay olduğu için değil “Amerikan siyaseti için tabu olan eşcinsel evliliğe verdiği korkusuz destekle tüm siyasi riskleri göğüslediği için seçtik” diyor.
Obama’nın bir siyah olarak kimliğini bulmasını, eşcinsellerin kendi kimliğini bulmasına benzetiyor.
Bir Amerikan başkanının bir derginin kapağından gay olmadığı halde gay ilan edilmesi ilk. Fakat Amerikan medyasında bu bir gelenek.
Clinton pozitif ayrımcılık konusunda siyahların haklarını cesaretle savunduğu için ‘Amerika’nın ilk siyah başkanı’ ilan edilmişti.
Obama tam iki dönem sonra ‘ilk siyah başkan’ oldu.
Obama’yı kadın hakları konusunda verdiği mücadeleden dolayı Washington Post ‘Amerika’nın ilk kadın başkanı’ ilan etmişti.
Hiç şüpheniz olmasın, Amerika bir dönem sonra gerçekten de ilk kadın başkanı’nı seçecek. Latin Amerikalılar Obama’yı defalarca ‘ilk Hispanik başkan’ diye nitelediler.
Asyalılar ‘ilk Asyalı başkan’ dediler. Yahudiler geçen yıl ‘ilk Yahudi başkan’ ilan etmişti.
Obama babasının Müslümanlığından dolayı ‘Amerika’nın ilk Müslüman başkanı’ olarak da nitelendirilmişti. Müslüman mı? Değil.
Hiç şüpheniz olmasın, bir gün Amerika’da ‘ilk Müslüman başkan’ da görürüz.
Protestan Amerika’da Kennedy ‘ilk Katolik başkandı’. Cumhuriyetçilerin adayı Mitt Romney ‘ilk Mormon başkan adayı’.

İslam dünyasının bir kurtarıcı olarak görmek istediği Obama’nın sapıkların kurtarıcısı olması
ABD’nin mayasının düzelmediğinin bir göstergesidir.
 

 Resmi Fuhşiyat ve Bir Polisin Hatıraları

Haber yenidir. Bursa Emniyet Müdürü Ali Osman Kaya bey, Muhtarlar Toplantısında feryat etmiş. Neler demiş neler. Dediklerinden birkaç cümle:
“Dolaşmak için evimden dışarı çıkınca, Kültürpark’ta her ağacın altında bir çift görülüyor.
Her çalının dibi yatak odası gibi.
Her şey meydanda.
Bunlar benim de kanıma dokunuyor.
İki taraf gönüllü olarak razı olunca yapacağımız bir şey yok.
Yasalar buna izin vermiyor.
Biz kolluk kuvveti olarak sadece uyarabiliyoruz.”
Bu sözleri söyleyen herhangi bir vatandaş değildir. Osmanlı’nın birinci başkenti, büyük kültür ve medeniyet şehri, evliyalar yurdu, yakın zamana kadar imanın, İslam’ın, tasavvufun belli başlı merkezlerinden olan anlı şanlı Bursa şehrinin Emniyet müdürüdür.
Bakınız Bursa ne hale gelmiş, ne hallere düşmüş.
Acaba bu talihsiz durum sadece Bursa’ya mı mahsustur?
Maalesef ülkemizin büyük bir kısmı açık ve serbet fuhuşhaneye dönüşmüştür.
Avrupa Birliğine uyum sağlamak için çıkartılan yeni liberal kanunlar, polisin ve yargının elini bağlamaktadır.
Yapılanlar, sadece zinayı Ceza kanunundan çıkartmakla sınırlı kalmamıştır.
İslam dininin, millî kültür ve ahlakın kabul etmediği ve fuhşiyat olarak gördüğü nice kötülük serbest bırakılmıştır.
Havalar iyileşti, sıcaklar geldi ya, bir gün öğle namazı sıralarında Sultanahmet Camii‘nin bahçesini, çevresini, avlusunu, merdivenlerini geziniz. O mukaddes İslam mabedini çıplak kadınların istila etmiş olduğunu göreceksiniz.

Mini etekli, şortlu, memelerinin büyük kısmı görünen, laubali kadınlar.
Merdivenlere oturan bazı kadınların en mahrem yerleri görünüyor.
Yılışıklık son haddinde. Kahkahalar, haykırışlar, hellolar mellolar.
Cami mi, kadınlar hamamı mı?
Bundan on sene kadar önce yaz ayında bir pazar günü Bursa Ulu Cami’ye gitmiştim. O mukaddes mekanın içi çıplak, dekolte kadınlarla doluydu.
İstanbul’da birtakım çağdaşlar otobüslerde, tramvaylarda, sokakta, parkta herkesin arasında öpüşüyor, cilveleşiyor.
Böyle şeyler bizim dinî ve millî terbiyemizle uyuşmaz.
Fuhuş, modern ve kalkınan Türkiye’nin büyük sektörlerinden biri haline gelmiştir.
Acaba uyuşturucu mu önde, fuhuş mu?
Devletin koruması ve güvencesi altında yapılan TC vesikalı yasal ve resmî fuhuş, yarı gizli öteki fuhşun yanında devede kulak kalır.
Hatırlarsınız, yakın tarihte Genelevler imparatoriçesi Madam Matild Manukyan‘a devlet törenleriyle vergi rekortmeni ödülleri verilmişti.
Sabah gazetesinin 5 Şubat 2006 tarihli nüshasında “Bir polisin genelev anıları” başlığıyla korkunç, dehşetli, atom bombası gibi bir röportaj yayınlanmış, bunda polis müdürlerinin Manukyan’a hanımefendi, memurların ana diye hitap ettikleri yazılmıştı.
O röportajdan enteresan bir bilgi:
Bir banka memuresi gündüzleri bankada çalıyor, akşam olunca Madamın genelevinde sermayelik yapıyormuş.
Bir kadın öğretmen de öyle.
Madam’ın birkaç özelliğini sayayım:
Dünyanın en lüks Rolls Royce otomobiline sahipti.
Şiirler yazardı. Atatürk akrostişli manzumesi pek meşhurdur. Madam M. Kemal Paşa’ya hayrandı.
Her neyse.
Geçen sene bir otobüs şoförünün, vasıtada herkesin içinde öpüşüp sevişen bir çifti uyardığı için başına gelenleri biliyorsunuz. İlerici ve çağdaş medya adamcağızı linç etmişti.
Böyle giderse AB normları ve standartları Türkiye’yi ahlaken çökertip yıkacak.
 

Vergi Rekortmeni Olmuş Ermeni Kökenli Genelev Patroniçesi
Matild Manukyan (1914 – 2001)
O ULU ATATÜRK’E AŞIKTI
Onun şahane bir Rolls Royce’u vardı.
Otomobil konusunda İngiltere Kraliçesi ile boy ölçüşüyordu.
Onun lüks otomobilinin döşemeleri, dikenli yerlerde otlamamış antilop derisindendi.
Madam Matild Manokyan işte böyle şahane bir arabaya sahipti.
O genelevler imparatoriçesiydi.
Evleri TC’nin koruması ve gözetimi altındaydı.
O evlerde, üzerinde TC başlığı bulunan resmî vesikalarla sermayeler çalışırdı.
Madam yasal kadın ticareti yapardı.
Madam TC vatandaşı kadınları satardı.
Kadın özgürlüğü adına.
Evlerinin kapısında devletin polisleri beklerdi.
Müşterilere yazar kasalardan fiş verilirdi.
Vesikalı TC vatandaşı kadınların kazançlarından KDV kesilirdi.
Ayrıca gelir vergisi.
Bu vergiler devlet bütçesine katılırdı.
Diyanet İşleri Başkanının maaşı bile bu paralardan ödenirdi.
Madam kaç sene İstanbul vergi rekortmeni olmuştu.
Kendisine görkemli törenlerle ödül ve berat verilmişti.
O, düzenin kadınlara sağladığı sonsuz özgürlüğün (esaretin) bir simgesiydi.
O, Türkiye’nin en lüks otomobiline sahipti.
O çok zengindi.
O, genelevler patroniçesi ve imparatoriçesi anlı şanlı Madam Manokyan’dı.
Madam’ın edebiyat tarafı da vardı. Atatürk hakkında akrostişli bir manzume yazmıştı. Atatürk’e âşıktı o.
Bazı bürokratlar Manokyan’a hanımefendi derler, bazıları Ana diye hitap ederler, elini öperlerdi.
Atatürk öldüğünde Manokyan haftalarca acı içinde matem tutmuş, kendine gelememiştir. O çok koyu bir Atatürk hayranı idi.
Manokyan bir ara cami yaptırmak istemişti.
Manokyan’ın vergi kaçırmadığı, TC’ye kazancının vergisini tam olarak ödediği söylenir. Onun nazarında “Vergilenderilmiş kazanç kutsaldı!”
Madam öldüğünde Ermeni Patrikhanesi onu ihtişamlı bir cenaze töreni ile toprağa verdi.
Sırmalı elbiseli papazlar, ilahi okuyan korolar, mumlar, buhurdanlıklardan fışkıran kokular. Madam bir imparatoriçe gibi mezarına indirilmişti.
O zaten bir imparatoriçe değil miydi?
TC’li, KDV’li, yasal, resmî koruma altında, kadın özgürlüğünün simgesi, laik düzenini vesikasıyla yapılan fuhşun imparatoriçesiydi.
Ve onun çeşitli özellikleri listesinin başında, Türkiye’nin en lüks, en pahalı, en şaşaalı, en ihtişamlı, en debdebeli, en göz kamaştırıcı otomobile sahip olması gelirdi.
Bazı bürokratlar ona Ana derdi.
Bazıları hanımefendi derlerdi.
Kendisi öldü.
Anısı ve Rolls Royce’u kaldı.
O Rolls Royce acaba şimdi kimin mülkiyetinde?

(M. Şevket Eygi, 2012

BİR GENELEV POLİSİ’NİN ANILARI
 

Genelev patroniçesi Matild Manukyan’ın Karaköy’deki genelevinde görev yapan polis memuru H. K. anılarını anlattı. Hayli ilginç anektodlar var.
» Gündüz öğretmen veya banka memuru olup akşam genelevde çalışan kadınlar vardı. Manukyan, gece hasılatı toplar çıkardı.
» Manukyan’la görüşmeye gelen bürokratlar vardı. Kimi muhabbete gelirdi kimi de başka ilişkiler için.
» “Ermeni asıllısın, ASALA adına para istediler mi?” diye sordum. “Ben Türk’üm” dedi ama bir kere para verdiğini söyledi.
» Teşkilatımızda müdürler Manukyan’a “Hanımefendi”, memurlar ise “Ana” derdi.
Genelevlerin kapatılması tartışması ile polis yerine özel güvenlik elemanları tarafından korunmaları önerisi, gündemden düşmüyor. Biz de uzun yıllar Karaköy’deki genelevde görev yapan bir polis memuruyla tanık olduğu olayları ve bu tartışmaları konuştuk. Halen başka bir yerde görev yaptığı için kimliğini saklayan polis memurunun itiraflarına çok şaşıracaksınız.
1990‘lı yıllar. İstanbul Emniyet Müdürü olarak Necdet Menzir’in atanmasıyla, birtakım yer değişiklikleri yaşandı. Bunun nedeni ise genelevdeki usulsüzlüklerin Menzir’in kulağına gelmesiydi. Menzir, işin başına gelir gelmez genelevde görevli ikisi polis, ikisi bekçi olmak üzere dört kişinin işine son verdi. Yerine ise dönemin Beyoğlu İlçe Amirliği’nden iki polis ve iki bekçiyi getirdi. İşte bu söyleşi, o dönemin yasal tanıklarından birinin yaşadıklarını anlatıyor. Polis memuru H.K., halen başka bir yerde görev yaptığı için adını açıklamıyoruz. H.K.’nın itiraflarını sorduğumuz üst düzey bir polis müdürü de ‘Çankırı ve İstanbul’daki genelev operasyonlarında maalesef bu tür ilişkiler olduğu görüldü‘ diyerek polis memurunun söylediklerini doğruladı.
Genelevdeki görevlerimizi sonra öğrendik; giriş-çıkışı sağlamak, kimlik kontrolü yapmak, kadınların çalışma karnesini kontrol etmek ve onları ayda bir doktor kontrolüne göndermekti işimiz. Birkaç ay geçtikten sonra çalışma karnesinin ne işe yaradığını öğrendim ve bir de baktım ki 980 kadından 400′ünün çalışma karnesi yok! Çalışma karnesi olmayan kadınların hepsini dışarı attım. Kaçak olarak çalışıyorlardı; içlerinde öğretmen, bankacı ve ev hanımı bile vardı. Mesela bir kadın gündüz öğretmenlik yapıyor, okuldan çıktıktan sonra da genelevde çalışıyordu. Yine tayin olduğum ilk dönemlerde gündüz Bankalar Caddesi’nde bankada çalışıp gece saçına peruk takarak çalışan hayat kadını vardı. Genelevde yatılı olarak çalışan kadınlar ise orada yaşıyordu. Onların dışarıya çıkmaları kesinlikle yasaktı. Hayat kadınlarının yüzde 70′i esrar kullanıyordu. Kapıyı kapatsam, bacadan içeri sokmaya çalışıyorlardı.
Manukyan’ın hayatının film yapılacağını duyuyorum. İbret olarak yapılmalı bence. Böyle bir kadın Türkiye’de nasıl vergi rekortmeni oluyor? Ondan daha çok kazanan işadamları var. 980 kadının kazandığını, 100 bin işçi çalıştıran holdingler kazanamıyor muydu? Hiçbiri kazandıklarını beyan etmiyor, kaçırıyordu. Fakat Manukyan’ın en çok övündüğü şey vergi rekortmenliğiydi. Yaptığıyla övünmüyordu ama utanmıyordu da. Onun övündüğü tek şey vergi rekortmeni olmasıydı. Ben işiyle ilgili soru sormaya başladığımda her seferinde limonlu soda istetir ve konuyu kapatırdı. Ben Ermeni meselelerini de açardım mesela. Manukyan’a “Sen Ermeni asıllısın, geçmiş dönemlerde ASALA adına para istediler mi senden?” diye sorardım. “Ben Türküm kardeşim. Bu memleket benim. Dedem de, ninem de, Türk’tü” derdi. Bir kere ASALA’ya para verdiğini ama daha sonra yine istediklerinde vermediğini söylemişti.
Ailem genelevde görev yaptığımı bilmiyordu. ‘Beyoğlu’nda ekiplerde çalışıyorum‘ diyordum. Genelevin önünde bekleyen taksilerle işe geliyordum. Bizi sabah alır, akşam bırakırlardı. Manukyan taksicilere talimat vermişti, o ödüyordu taksilerin ücretini. Arkadaşlarım da benimle dalga geçiyordu, satış nasıl diye takılıyorlardı.
Manukyan’ın Şişli’de de muhabese bürosu ve yazıhanesi vardı. Diğer işlerini oradan takip ederdi. Benim bildiğim 220 tane ticari taksisi vardı. Hatta bana da bir ticari taksi hediye etmek istedi ama ben kabul etmedim. O dönemde İstanbul Belediye Başkanı olan Nurettin Sözen binlerce ticari taksi plakasını satışa çıkarmıştı. Manukyan da bunlardan 220 tanesini satın almıştı. On taksi plakasını polislere dağıttı. Tarlabaşı Bulvarı’nda dairesi vardı. Hatta Beyoğlu Ekipler Amirliği’nin binası da onundu, emniyete kiraya vermişti. Manukyan çok büyük paralar kazandı. Genelevdeki odasında çelik kasa vardı ki büyüklüğü 1 buçuk metre. O çelik kasaya parayı zorla sıkıştırırdı.
Emniyet teşkilatından müdürler, amirler telefon açıp ‘Hanımefendi orada mı?’ diye sorarlardı. Eğer oradaysa yanına gelir ve isteklerini bildirirlerdi. Örneğin, bir amir gelir, “Hanımefendi, ekip otosuna dört lastik ihtiyacımız var” derdi. O da karşılardı. Memurlar ise Manukyan’a ‘Ana‘ diye hitap ederdi. Bir keresinde Şişli zabıta müdürlerinden biri Manukyan’ı yolda görüp eline sarılmıştı, öpmek için. Manukyan elini öptürmek istemedi. Zabıta müdürü de ‘Ana verin o mübarek elinizi öpeyim‘ diye ısrar edince elini uzatmış ve adam da öpmüştü.
Birçok üst düzey bürokrat, emniyet mensubu Manukyan’la görüşürdü, genelevin içinde ofis olarak kullandığı 17 numaralı odada. Kimi muhabbetine geliyordu kimi başka ilişkiler için. Örneğin, bazen gece nöbetçi müdür ’3370′ gelirdi. Bu kod, gece İstanbul Emniyet Müdürü’nün yerine bakan nöbetçi müdürün telsiz kodudur. Ona açmazdım kapıyı. Çünkü Necdet Menzir’in kesin talimatıydı, “Gece 3370 bile gelse kapıyı açmayacaksın” diye talimat vermişti. Niye geldiğini de bilmiyorum. Ya Manukyan’ı ziyaret edecekti ya da başka şeyler yapmaya gelecekti. Gece, İstanbul’dan sorumlu müdürün, Manukyan’ın yanında ne işi var? Gitsin İstanbul’un asayişiyle uğraşsın. Ama tabii tepki çekiyordum. Kapının önünde bağırıyorlardı; ‘Şu anda Emniyet Müdürü benim. Aç kapıyı, sana emrediyorum’ diye. Ama açmıyorduk kapıyı. Ben tanıdığım polislere kapıyı açıyordum.
Manukyan’ın çalıştırdığı başka evler de vardı ve legaldi. Bir gün Cihangir’de illegal çalışan bir evi basmıştık. Ev sahibi patroniçe “Beni gözaltına alamazsınız” diye direndi. Kadın üst düzey bir politikacının dostu olduğunu söylüyordu. Gözaltına aldık ama almaz olaydık! Başta adını verdiği o politikacı olmak üzere beş milletvekili daha bizi aradı. Kadını bıraktık.
Odönemlerde gayri meşru işler çok oluyordu. O sokakta Oflular vardı. Hatta Cevahir ailesinin amca oğulları o sokağa hakimdi. Bir de genelevin karşısında Cumhuriyet Lokantası vardı. Kadınların dışarıdan yemek yemesi yasaktı, her türlü ihtiyaçlarını içeriden karşılamak zorundaydılar. Ama bazıları dışarıdan yemek yemek isterse bu lokantaya sipariş verirdi. Lokantada normalde herkese 1 milyon lira olan çorba, hayat kadınlarına 5 milyon liraydı. Manukyan sokağın temizliğini de Cevahirler’e vermişti. Aslında aylık 1 milyara temizlenecek olan bu sokağı Cevahirler ayda 40 milyar liraya temizlerdi.
Benim dönemimde beş hayat kadını tövbe edip hacca gitmişti. İşi bıraktılar. Ama öyle kolay değildi bırakmak. Manukyan onlara sözleşme imzalatıyordu. Ardından da bu hayat kadınlarını kendisine borçlandırıyordu. Orada çalışan her kadının mutlaka dışarıda bir dostu vardı. Genelevde çalışan kadın, dostuna para yetiştiremediğinden Manukyan’dan faizle para alırdı. Olan çalışan kadına oluyordu. Ödeyemediği için ömür boyu çalışmak zorunda kalıyordu. Eğer içeride çalışan kadınlardan birisi parasını ödemeden kaçmaya çalışırsa, Manukyan hem adli mercilere başvurarak hakkında yasal takip başlattırıyordu, hem de gayri meşru yoldan Oflulara söyleyerek kaçak kadını buluyordu. Oflular yakaladıkları kadını çalışmaya mecbur ediyorlardı. Kadınlar bana hiçbir şey anlatmazdı korkudan. Manukyan’ın içerideki işlerine Sivas Suşehirliler, dışarıdakilere Oflular bakıyordu.
Karaköy’de genelevin bulunduğu Zürafa Sokak’ta 42 tane ev vardı. Bunlardan beşi Sümbül Yaşar Karasu adındaki Erzurumlu bir kadına aitti. Geri kalan 37 ev de Matild Manukyan’ındı. Ama daha önce bütün evler Karasu‘nunmuş, Manukyan onun terzisiymiş. Hem Karasu’ya hem de genelevde çalışan kadınlara elbiseler dikiyormuş. Bana bunları kendisi anlatmıştı. Sonra bakmış ki bu işte çok para var, terziliği bırakıp bu işe başlamış. Hayat kadınlığı yapmadığını biliyorum, yalnızca kızları çalıştırırdı. Bir de Manukyan’ın her evinin bir sorumlusu vardı, onlar da bir mesul müdüre bağlıydı. Sabahtan akşama kadar orada bulunmak zorundaydılar onlar. Manukyan her gece mutlaka gelir, asla ön kapıdan içeri girmezdi. Zürafa Sokak’ın Bankalar Caddesi’nden bir girişi vardı, oradan içeri girerdi. Ayrıca Yüksek Kaldırım Caddesi’ndeki işhanlarının yüzde 70′i de Manukyan’ındı. Oralardan da evlere girerdi. Genelevin içindeki 17 numaralı oda onun ofisi gibiydi, orada kimse çalışamazdı, özel görüşmelerini yapardı bu odada. Gece saat 1.00′da gelir, 04.30′da çıkardı. Biz genelevin kapılarını saat 23.00′da kapatırdık, içeride olanları da gece 24.00′da çıkartırdık. 17 numaralı evin önüne her evin sorumlusu dizilir, günlük hesabını getirirdi. Düşünün 37 kişi sıraya dizilmiş, hesap veriyor. Kuyruk bayağı uzundu. Manukyan her gece günlük hasılatı oradan alarak ayrılırdı. Yanında koruma olmazdı, mesul müdürlerin sorumlusu Oktay olurdu. Yanlış hatırlamıyorsam, şoförünün adı da Kambur Necati’ydi.

(Emrullah Erdinç, 2006

 Sapıklık Time Kapağında

TIME dergisinin son sayısının kapağı büyük ses getirecek nitelikte. Derginin Amerika edisyonunun kapağında, 3 yaşındaki erkek çocuk sandalyaye çıkmış annesinin memesini emerken görünüyor. Are You Mom Enough? (Yeterince iyi bir anne misiniz) başlığının yer aldığı kapaktaki anne ve oğlu ise model değil. Evlat edindiği Samuel (5) ve Aram’ın (3) annesi olan Jamie Lynne Grumet (26), iyi ebeveynlik felsefesini savunan bir aktivist aynı zamanda. Kendisinin de 6 yaşına kadar emdiğini söyleyen Grumet, “Annemi kucaklamak, ona sarılmak gibi birşeydi. Çok rahat ediyordum ve gerçekten çok seviyordum. Emdiğim için çocuk olarak özgüvenim çok yüksekti” diyor.

Lamie Lynne Grumet evlat edindiği 4 yaşına girecek bir çocuğu emzirirken
Jamie Lynne Grumet’e göre, çocuklarını uzun yıllar emzirme kararı yetişmeden kaynaklanan doğal içgüdü. Grumet, “Ben de bu yöntemle büyüdüm ve çocuklarımı da asla başka bir yöntemle büyütmem” diyor. Jamie Lynne Grumet, 2010 yılında Etiyopya’dan evlat edindiği Samuel’i de uzunca bir süre emzirdiğini ve bunun çocuğun gelişiminde çok önemli olduğunu vurguluyor.
Çevresinde kendisini, “çocuklara taciz ediyor” diye sosyal hizmetlere şikayet etmek isteyen insanlar olduğunu belirten Grumet, bu düşünceyi anlamsız buluyor ve insanların gördükçe buna alışacağına inanıyor. Grumet, bloğunda çocuklarını bu kadar uzun emzirdiği için kendisine kızgın olanlara da sesleniyor: “Bu konuda çok da fazla bilgi sahibi olmadan yorum yapanlar, çocuğuna özen göstermeye çalışan anneyi üzüyor. Annelik yeterince zor bir görev. Ve bunu yaparken olumsuz yorumlar duymak da yeterince yıpratıcı.”
Grumet, dergiyle yaptığı röportajda şöyle söyledi: “İnsanlar, bunun biyolojik olarak normal bir şey olduğunu anlamak zorunda. Bunu ne kadar çok insan görürse, kültürümüzde o kadar kanıksanacak. İşte bu yüzden insanların beni oğlumu emzirirken görmesini istiyorum.”
19927de “Bağlı Ebeveynlik” fikrini ortaya atan Dr. Bill Sears’in görüşlerine de yer veren derginin konuya ilişkin haberi, sosyal paylaşım sitelerinde farklı tepkilere yol açtı.
Kapak, Twitter kullanıcılarını ikiye böldü. Arkansas’da yaşayan 6 çocuk annesi Bobbi Miller, “Bir inek bile bebeğini ne zaman sütten keseceğini bilir. Bu, saçmalık” diyerek tepki gösterirken, “Bebekler için En İyisi” adlı örgütün kurucusu Bettina Forbes, “kaç yaşında olursa olsun çocuklarını emzirmeye devam eden anneleri destekledikleri”ni vurguladı.
Dergi, geleneksel ebeveynlik ile günümüzde “aşırı ebeveynlik” olarak tanımlanan akım arasındaki kültürel uçurumu konu alan bir de makale yayımladı. Time Dergisi Editörü Rick Stengel, kapağın provokatif olduğunu, ancak çocukların nasıl yetiştirileceğiyle ilgili hemen her şeyden önemli bir konuyu farklı bir kapakla gündeme getirmek istediklerini söyledi.

ABD ve AB, son yıllarda artan sapkınlık davranışlarını sağlık adı altında dünyada yaygınlaştırmak istiyor. Tıp dünyasının eşcinsel sapıklığı sağlıksal bir farklılık olarak görmesi bunu ispatlar bir örnektir. İnsanlığın sürüklendiği bu bataklığa saplanmamak için, planları sezmek ve akıllı davranmak gerekiyor.

Yasal Fuhuş

Bursa Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya, bugün Merkez Yıldırım İlçesi’nde 67 muhtar ile ‘Huzur toplantısı’ düzenledi. Sorunları not alan Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya, muhtarların park, bahçe ve ormanlık alanlarda fuhuş yapılmasına karşı olan tepkilerini yanıtladı. Tarafların isteği olunca yasal olarak müdahale etmelerinin mümkün olmadığını belirten Emniyet Müdürü Kahya, “Dolaşmak için ben de evimden dışarı çıkınca, Kültürpark’ın her ağacın altında bir çift var, her çalının dibi yatak odası gibi. Her şey meydanda. Bunlar benimde kanıma dokunuyor. Ama iki taraf gönüllü olunca yapacak bir şey yok. Yasalar buna izin vermiyor. Biz kolluk kuveti olarak sadece uyarıyoruz” diye konuştu. (Nisan 2012)

Şehir Tiyatrolarında Edepsiz Oyunlar Var

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Şehir Tiyatroları, her geçen gün sahnelediği oyun sayısını artırırken, sayıdaki artışın kaliteye yansımaması dikkat çekiyor. Şehir Tiyatroları Nisan ayı için 3′ü yeni 39 oyun hazırlarken, her dönem çokça konuşulup tartışılan Şehir Tiyatroları’ndaki kalitesizlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin payı merak ediliyor.
Şehir Tiyatroları’ndaki gayrı ahlaki oyunlar da tüm hızıyla sahnelenmeye devam ediyor. İçeriğindeki gayrı ahlaki unsurlar sebebiyle yoğun eleştiri yağmuruna tutulan ‘Günlük Müstehcen Sırlar’ isimli oyun da Şehir Tiyatroları’nın bu ayki oyun programında yer aldı. “+16” ibareli afişleriyle dikkat çeken oyun, geçtiğimiz Şubat ayında edebiyatçı-yazar İskender Pala’nın bir yazısıyla gündeme gelmiş, halk ve yazarların büyük tepki göstermesine rağmen sahnelenmekten vazgeçilmemişti. Marco Antonio de la Parra’nın yazdığı, Yıldırım Fikret Urağ’ın yönettiği oyun, Şili’de bir parkta geçiyor. Şehir Tiyatroları’ndaki ahlak dışı oyunlar bununla sınırlı kalmıyor. Şehir Tiyatroları’nın bir diğer oyunu Kargaşa da “+16” ibaresiyle sahneleniyor. Psikolojik göndermelerin çokça yer aldığı oyunda beş kadının dramı anlatılıyor. Oyun, Ümraniye ve Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde sergileniyor.
Şehir Tiyatroları’ndaki Aziz Nesin ilgisi de büyük dikkat çekiyor. Necip Fazıl Kısakürek gibi İslami tandanslı isimlerin oyunlarına yer vermeyen Şehir Tiyatroları, bu ay Aziz Nesin’in 2 farklı oyununa yer veriyor. Sivas’taki Madımak olaylarının fitilini ateşleyenlerden biri olarak hafızalara kazınan Aziz Nesin’in Pırtlatan Bal adlı oyunu Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde oynanacak. Aziz Nesin’in yazdığı başka bir oyun olan Toros Canavarı da bu ay farklı zamanlarda Kağıthane Sadabad Sahnesi’nde oynanacak.
Kültür sanat alanındaki lakaydlığın bir yansıması da Şehir Tiyatroları’nda göze çarpıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Üstad’ tabiriyle taltif edip değer verdiği Necip Fazıl Kısakürek’in hiç bir oyununa Şehir Tiyatroları’nca yer verilmiyor. Kısakürek’in tiyatral anlamdaki üretimini tanımayan Şehir Tiyatroları, ateist Aziz Nesin’i ise yere göğe sığdıramıyor. Şehir Tiyatroları’nın bülteninde ‘Toros Canavarı’nın duyurusu yapılırken, Şeytan Ayetleri kitabının çevirisini yapıp büyük bir provokatörlüğe imza atan Nesin’nden “Türk mizahının ve ulusal tiyatromuzun usta ismi Aziz Nesin” diye bahsediliyor.
Her fırsatta sapkın homoseksüelliğe methiyeler düzen, kitaplarında eşcinsellik propagandası yapan, kendisi de eşcinsel olan Murathan Mungan‘ın da Şehir Tiyatroları’nda iki oyunu sergileniyor. Kabare isimli oyundaki kadınların neredeyse anadan üryan kıyafetlerini biz sansürlemek zorunda kaldık. Fakat Şehir Tiyatroları bu oyunu ümmetin seyretmesinde bir sakınca görmüyor. “Dünyanın Ortasında Bir Yer”isimli oyunu “Yala Ama Yutma” isimli pornografik oyunu yazan Özen Yula yazmış. Okullara seçmeli Kur’an dersi koydurtmak isteyen Başbakan acaba Özen Yula’nın yazdığı “Yala ama Yutma” isimli oyunda bir meleğin porno oyuncusu olarak gösterdiğini ve o oyunun duyarlı Müslümanlar tarafından tepkiyle karşılandığını, protesto edildiğini biliyor mu?
Ateist fikirleriyle topluma nifak tohumları saçan Aziz Nesin’in Şehir Tiyatroları’nda iki tane oyunu sergileniyor. Bu oyunların içindeki küfürleri ise Nesin’in üslubunu bilenlere sorun. Şehir Tiyatroları İnsan pisliğinin yenmesini bile kitaplarında gündeme getiren ve sadist-mazoşist cinsel sapkınlıkların fikir mimarı olarak bilinen dünyanın en sapkın adamlarından M. Sade‘nin de bir oyununu oynatmaktan çekinmiyor.

(Akit, 2012)

Türk Dizilerde İffetsizlik Örnekleri

TBMM, dün dizi yapımcılarını dinledi. Diziler dün Meclis Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu bünyesindeki Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinde Medyanın Rolü Alt Komisyonu’nun gündemindeydi. Toplantıya Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü‘nün “İffet dizisi tecavüzü artırdı” sözleri damgasını vurdu.
AKP Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu‘nun başkanlığındaki alt komisyonun çağrısı üzerine Meclis’te gerçekleşen toplantıya Tims Prodüksiyon, D Yapım, Adam Film, Focus Film, Sis Yapım, Mint Prodüksiyon, BKM Organizasyon, Süreç Film, Ay Yapım, Erler Film, Avşar Film’in temsilcileriyle TESİYAP Genel Sekreteri Kamil Koç ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü katıldı.
Dizilerde kadınlarla ilgili konular işlenirken kendilerine başvurulmasını isteyen Güllü’nün, ‘İffet dizisinde araba camına sıkıştırılan kadına tecavüz sahnesi sonrası, kaç tane insanın aynı şekilde tecavüze uğradığını biliyor musunuz? Bunu ben biliyorum‘ demesi herkesi şaşırttı.
Komisyon Başkanı Uslu’nun, Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ilgili ‘Neden dizide sultan olacak kız çocuklar hep dans ediyor, ancak şehzadeler hep entelektüel ilmi dersler alıyor’ deyince dizinin yapımcısı Tims Prodüksiyon’un Avukatı Oğuz Müftüoğlu, ‘Diziler ticari faaliyettir. Ucube de olsa sanattır. Ancak Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 35. maddesi ve devamında kamu yararı için topluma arzını engelleyebilirsiniz. Sizi setimize davet ediyoruz. Dizinin hangi koşullarda yapıldığını göreceksiniz‘ çağrısı yaptı.
Müftüoğlu, tutucu kesimin hışmına uğradıklarını ifade ederek şunları söyledi: “Pozantı’yı biz var etmedik. Suskunlar bizim dizimiz ama biz orada (miş) gibiyi gösteriyoruz. İnsanlar bizi eleştiriyorlar, Pozantı’da bu yaşanıyor. Neden eşcinsel haklarını koymadınız kanuna. Niye yadsıyorsunuz? Bir dizide iki genç adam yataktan çıktı diye memleket ayağa kalktı. ”
Arap Baharı’nın Nedeni Türk Dizileri
Arka Sokaklar ve Akasya Durağı dizilerinin yapımcısı Erler Film’in Halkla İlişkiler Sorumlusu Nurcan Kuran, ise ilginç bir anekdot aktardı: “Mısır’dan gelen misafir, Türker İnanoğlu’na ‘Vallahi bu Arap Baharı’nın sebebi en çok sizin çektiğiniz diziler. Bakıyorlar ki, demokrasi var bu ülkede, konaklarda gayet hanımlar, beyler, her şey güllük gülistanlık.’ dedi. Şaşırdık. Yunanlılar’ın dilinde Binbir Gece, Bakü’dekilerin dilinde Muhteşem Yüzyıl. Diziler bazında hem Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunduk hem de inanılmaz bir endüstri gelişti. “

 

 Çocuklar Duymasın Ama Görsün

Size atv kanalında yayınlanan ‘Çocuklar Duymasın‘ adlı dizi hakkında yazacağım. Sizlerin çok iyi bildiği üzere tüm dünyada bilinçaltı kirletme metotlarının başında ‘Sübliminal’ denilen bir yöntem gelmektedir. Bu yöntemle bizlerin çoğu kez göremediği fakat bilinçaltımız tarafından kaydedilen görüntü ya da yazıların genellikle görsel öğeler tarafından bizlere zorla izlettirilmesi ile karşı karşıya kalmaktayız.

Dünyada insî şeytanların elinde bulunan medya, her türlü ahlaksızlığı normalleştirmek ve yaygınlaştırmak için elinden gelen gayreti gösteriyor ve daha da fazla gösterecektir.
Bahsi geçen dizinin son bölümünde Hüseyin tiplemesinin takıldığı kahvehanede geçen olaylar esnasında, çay ocağının sağ tarafına yapıştırılmış çıplak kadın resimleri ‘Sübliminal’ tekniği ile, çoğu izleyicisi çocuklarımız olan insanlarımızın bilinçaltını nasıl kirlettiklerini görebilirsiniz. Ve resimler, duvar rengine yakın bir renkte olduğundan dolayı fark etmemizin zorlaştırılmak istendiğini anlayabiliyoruz. Bildiğim üzere ‘Sübliminal’ tekniği ile reklam yapmak yani bu yöntemi kullanmak Avrupa ülkelerinde yasaklanmış durumda. 

Ahlaksızlığın benzer bir örneği Bank Asya 1. lig’de tarihin en önemli derbilerinden biri olan Karşıyaka-Göztepe maçında meydana geldi. Göztepe taraftarları bir pankart açtı. Pankartın içinde bir barkod vardı ilk başta kimse buna anlam veremezken sonra izleyicilerden bazıları 3G’li telefonlarına barkodu okuttu. Ve şok edici bir sürprizle karşılaştılar Göztepe’ye edilen bir küfür (O. Çocuğu Göztepe) yazıyordu. Yani Türk futbolu bu dereceye kadar mı düştü? (İzmir Ocak 2012)

Baba Oğul Darbeciler

Tuttuğu ‘Darbe Günlükleri’yle Ergenekon Operasyonlarının fitilini ateşleyen Özden Örnek’in ahlaksız filmleriyle tanınan oğlu Tolga Örnek’e Bakanlık desteği! Geçtiğimiz yıl vizyona giren “Kaybedenler Kulübü” adlı filminde açık-saçık sahnelere yer veren Örnek, 23 Aralık’ta vizyona girecek filmi ‘Labirent’ için Kültür Bakanlığı’ndan destek aldı. Tolga Örnek’in son filminin afişinde CNN Türk ve Mudo Collection gibi sponsorların yanı sıra TC Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da logosuna yer verildi.

Paşa Baba Milletin Egemenliğine Darbe Yaparken, Oğlu Milletin Ahlakına Darbe Vuruyor.
Darbe günlüklerini tutan Özden Örnek’in oğlu Tolga Örnek, sabıkalı filmlerin mimarı olarak tanınıyor. Örnek’in geçtiğimiz yıl gösterime giren filmi “Kaybedenler Kulübü” ahlaksız sahneleri sebebiyle çok tartışılmıştı. Tolga Örnek, daha önce de yine Bakanlık desteğiyşe çektiği Gelibolu adlı belgesel filmde işgalici güçleri masum olarak gösterdiği gerekçesiyle eleştirilmişti.

(Akit’ten Fahrettin Dede, Aralık 2011)
 

 Ahlaksızlık İçin Sanat Ayaklarına Yatmak

Başörtüsünü Atan Çağdaş Yobaz Heykeli

Edirne’de muhafazakar çevreler, Türk Kadınlar Birliği Edirne şubesi tarafından cumhuriyetin 80. yılı anısına Fatih mahallesine yapılan “Özgür ve Çağdaş Kadın” heykelinin kaldırılması için çalışma başlattı. Milli Gazete’nin haberinde; başörtüsünü atan erotik kadın heykeliyle çağdaşlık kisvesi altında Türk halkının manevi değerleriyle alay edildiği savunularak heykelin bir an önce kaldırılması istendi. Ayrıca habere göre istenmediği için halkın defalarca kırdığı ve yıktığı heykel, birlik tarafından her seferinde yeniden yapılmış. Milli Gazete’nin üst başlığında “Çağdaş yobazlığı yansıtan bu heykel serhat şehri Edirne’ye yakışmıyor” dediği ve “Yobazlığın Heykeli” başlıklı haber şöyle:
Osmanlı’ya 92 yıl başkentlik yapmış olan serhat şehri Edirne’de milletimizin manevi değerleriyle alay edercesine Türk Kadınlar Birliği tarafından çağdaşlık kisvesi altında ‘Başörtüsünü atan erotik kadın heykeli‘ dikildi. Sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar, adeta Çağdaş Yobazlığın yansıması olan bu heykelin Edirne’ye yakışmadığını ve derhal kaldırılmasını istiyor.

Osmanlı’ya 92 yıl Başkentlik etmiş serhat şehir Edirne’nin Fatih Mahallesinde skandal yaratacak bir heykelin olduğu ortaya çıktı. Türk Kadınlar Birliği Edirne Şubesi tarafından 20 Ocak 2004 yılında yaptırılan “başörtüsünü başından atan erotik” bir kadın heykelinin olduğu görüldü. İlk görüşte insanlarımız pek fark etmeseler de dikkatli bakınca insanları şoka sokan bu heykel inançlı yaşayan insanların tepkisini çekti. Başörtülü kadınları rencide etmek amacıyla yapılan bu heykelin altına “Özgür ve Çağdaş Kadın ” yazılmıştı. Geçtiğimiz yıllarda kimliği belirsiz bir vatandaş halat bağlayıp heykeli yerinden sökmüştü. Daha sonra Türk Kadınlar birliği tekrar o heykeli yaptırdı fakat tepkilerden dolayı “Özgür ve Çağdaş Kadın” yazısını kaldırdıkları öğrenildi. Edirne denilince akla Osmanlı ve Selimiye başta olmak üzere önemli mimari özelliklere sahip manevi mekânlar gelirken yapılan bu sapkın ve ahlaksız erotik heykel insanları derinden yaralıyor. Yapılan bu ahlaksız faaliyetler “Cumhuriyeti böyle mi kurduk?” sorusunu akla getiriyor. Sözde çağdaşlık kisvesi altında yapılan bu bağnaz ve ahlaksız heykele inançlı yaşayan insanlar, “Edirne’yi düşmanlardan kurtaranlar, çağdaş ve çıplak kadınlar değildi, Edirne’yi müdafaa edenler imanlı, inançlı ve ahlaklı kadınlardı” diyerek tepki gösterdiler.

Edirne’ye Yakışmıyor

Heykelin Osmanlı’ya 92 yıl başkentlik yapmış bir şehre yakışmadığını dile getiren Anadolu Gençlik Derneği Başkanı Abdülhamit İriş: Anadolu Gençlik Derneği Başkanı Abdülhamit İriş: “Osmanlıya 90 küsur yıl başkentlik yapmış bu şehrimize böyle şeyler yakışmıyor. Ecdadımız 600 yıl hiçbir insanının rencide edilmesine izin vermemiş. Her kesime sonuna kadar hoşgörülü davranmıştır. Gelin görün ki o ecdadın torunları kendi ülkesine yabancı kalmış ve kendi insanını yok sayarak rencide etmeye çalışıyor. Başörtülü, inancının gereğini yerine getirerek yaşamaya çalışan insanlara psikolojik bir baskı uygulamak için yapılan bu sapkın çalışmalar Edirne’ye hiç yakışmıyor, yakışmazda. Edirne’nin böyle anılmasını sebebiyet verenler, bu durumu derhal düzeltmeliler.” şeklinde konuştu.

Dinsizleştirme Politikasıdır

“Bir toplumu dininden uzaklaştırırsan o toplumu yok edebilirsin” diyerek tepki gösteren Milli Türk Talebe Birliği Başkan Yardımcısı Yasin Sadıkoğlu: “Sapkın zihniyetler bugün de Türk Kadınının çağdaş oluşunu Edirne’de başörtüsünü çıkaran bir kadın heykeli ile karşımıza çıkarıyorlar. Amerika Afganistan’a girdikten sonra da bir kadın fotoğrafı yer almadı mı dünya basınında? Bir kadın var eliyle başörtüsünü çıkarıyor. Neymiş efendim Afganistan kadını özgürleşti. Allah’tan o kadının bir gazetenin muhabiri olduğu ortaya çıktı da susmak zorunda kaldılar. Türk basınında da manşetten verilmedi mi bu haber? Hem de günlerce manşetlerde yer almadı mı? Bakıldığı zaman Afganistan kadını yiyecek ekmeğin sıkıntısının yaşarken başörtüsünü çıkararak rahat bir nefes alıyor sanki. Bugüne kadar hep kadının başörtüsüyle uğraşıldı. Nereye özgürlük getirilecek dendiyse kadının başındaki eşarbı çıkartıldı. Bunun bilerek ve isteyerek uygulanan bir politika olduğu aşikârdır. Dinsizleştirme politikasıdır bu. Çünkü bir toplumu dininden uzaklaştırırsan o toplumu yok edebilirsin” dedi.

Milletimize Hakarettir

Bu ahlaksız heykel Müslüman- Türk Milletine hakarettir” diyerek tepki gösteren Alperen Ocakları Edirne İl Başkanı Alparslan Cankanoğlu şunları söyledi: “Türk Kadınlar Birliği Edirne Şubesi tarafından 2004 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin 80′inci yıldönümü anısına Fatih Mahallesi’ne dikilen “Özgür ve Çağdaş Kadın” olarak isimlendirilen başörtüsünü atan çıplak kadın heykeli bizi ziyadesiyle üzmektedir. Hele hele bu heykelin başörtüsüne hakaret edercesine başörtüsünü çıkarmış şekilde ve çıplak olarak gösterilmesi Müslüman -Türk Milletine ağır hakaret olarak görüyoruz”.

Heykel Derhal Kaldırılmalıdır

Cankanoğlu, “Cumhuriyet demek çıplaklık demek değildir, çıplaklık hiçbir zaman medeniyet ölçüsü değildir. Bu durumu Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Medeniyet dediğin eğer açmaksa bedeni hayvanlar sizden daha medeni” olarak özetliyor. Manevi değerlerimize aykırı olan milli değerlerimizle bağdaşmayan bu heykelin kaldırılmasını başta Edirne Belediyesi olmak üzere diğer yetkililerden şiddetle istiyoruz” dedi.
Halk Yıktı Onlar Tekrar Yaptı

Ahlaksızlığın Zirve Yaptığı Bir Çağdayız


Çin’de bir parka bir sanat eseri (!) yerleştirilirken – 2009

Eşcinsel Sapıklık ve Para Cezası

Sabah’ın erken saatlerinde Ankara-Sincan’dan bir okuyucum aradı:
“Serdar Bey, banka hesap numaranızı verir misiniz?”
Şaşırdım.
“Hayrola?” dedim.
“Eşcinsellere para ödeyecekmişsiniz! Bu parayı ben karşılarım!”
Ha şu mesele!
Amma matrak!
Memlekete bak, çay demle!
Merak edenler için anlatayım:
Hani bir “Zafer Üskül” vardı.
AK Partililer, onu “Sosyal Demokrattır, imaj olur, vitrin olur!” filan diye listeye koymuşlar ve bununla da yetinmeyerek “Meclis insan hakları komisyon başkanı” yapmışlardı.
LGBTT diye bir şey var.
Bir Dernek.
“L” dedikleri “Lezbiyen!”
“G”, “Gay” oluyor.
“B”, “Biseksüel!”
“T”, “Transseksüel!”
Öür “T” ise, “Travesti.”
Bunlar, zamanında bir “toplantı” düzenlemişlerdi.
Ve bu toplantılarına “Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkan ve üyelerini” davet etmişlerdi.
O zamanlar.
CHP’li ve DSP’li üyeler, “eşcinsellerden” yana olsalar da, “Vakit’in diline düşeriz” korkusuyla, toplantıya katılmama kararı alırken.
Ve Zafer Üskül dışındaki Ak Partililer ile MHP’liler, “Hassasiyetlerden dolayı” katılmayı reddederken.
AK Partili Komisyon Başkanı Zafer Üskül, toplantıya katılmış.
Orada “veciz” bir konuşma yapmış.
Hızını alamayıp, “bir AK Partili olarak eşcinsellerin problemleri ile yakından ilgilendiğini” haykırmış.
Bizi de “tepki” içerikli bir yazı döşenmeye mecbur etmiş idi!
Bir uyarı yazısıydı; bu tür davranışların AK Parti’ye zarar vereceğini, bir vekilin partisinin zarar göreceği davranışlardan kaçınmasının önem arz ettiğini yazdık.
Zafer Üskül, bu yazıya kızdı ama dava açmadı


 

AK Parti Mersin Milletvekili Zafer Üskül Eşcinsellere Sahip Çıktı.
Eşcinseller kızmadı ama dava açtı!
Davadan beraat ettik.
Eşcinseller Yargıtay’a gitti.
Yargıtay, kararı “Eşcinseller lehine” bozdu.
Mahkeme de, daha önce “beraat” vermiş olmasına rağmen bizi mahkûm etti.
Suçumuz?
“Bir AK Partilinin eşcinsellere teminat vermesini eleştirmek!”
Okuyucum, bu “mahkûmiyetten” doğan zararımızı karşılayacağını söylüyor.
Onun gibi birçok okuyucum da “geçmiş olsun” mesajı göndermiş!
Evet.
“Geçmiş olsun’u hak etmiş olduk!
Bundan sonra, “eşcinsellere” destek verenleri eleştiremeyeceğiz demek ki!
Nasıldı şarkı:
Birbaşkadır benim memleketiiiim!
Şimdi. Bakalım.
Bir gazetecinin “eşcinselleri” eleştirdiği için “mahkûm” olmasına kim ne diyecek?
“Terör örgütü yöneticiliği, mensupluğu” ile suçlananlara kol kanat geren çevreler, bu gazetecinin aldığı mahkûmiyete tepki gösterecek mi göstermeyecek mi?.
“Terör örgütünün medya kolunu” oluşturmakla suçlanan “gazetecilere”(!) sahip çıkanlar, bu gazetecinin başına geleni görecek mi görmeyecek mi?
Memlekete bak; eşcinseller seviniyor, “eşcinselliğe karşı çıkan” mahkûm!
Yarın öbürgün kimsenin şüphesi olmasın “eşcinsel evliliklerin” yolunun açılması için bir “teklif” gelecek.
Ben o teklife karşı çıksam mı çıkmasam mı?
Hayır, eşcinsellere para kaptırmak zoruma gidiyor!
V bir şey daha var zoruma giden:
Bugüne kadar alçak darbeciler dava açmış bana ve kazanmış.
Yolsuzlar, hırsızlar, teröristler.
Hep kazanmış!
Sonra sonra.
Bni mahkûm ettirenlerin gerçekten de darbeci, gerçekten de yolsuz, hırsız, terörist olduğu ortaya çıkmış.
Mahkûm olduğum her davada aslında haklı olduğum belgelenmiş!
Ama ben yine “mahkûm”!
Şimdi de “eşcinseller” koleksiyonuma!
Eklendi kavanoz dipli dünyada!

(Serdar Arseven, Yeni Akit, 2012-01-11
 

Dünyanın pek çok yerinde sapıkça ilişkiler alenen yaşanıyor.

Avrupa ülkelerinde sapık evliliklere kilise dini ve resmi nikah bile kıyılıyor.
 Sapık evlilikleri yapanlar huzurlu bir yuva kurmak için evlatlık bile ediniyorlar.

 
Acaba vekillerimizin gayretli çalışmaları neticesinde, yakın zamanda ülkemizde de eşcinseller evlenerek mutlu bir yuva kurabilecekler mi dersiniz?

Sapık Fikirli Bir Ateist Ahlak Dersi Verebilir mi?

Geride bıraktığımız haftada maalesef Taraf’ın yalanlanan haberlerini, Ahmet Altan’ın yazılarını konuştuk.
 Sayın Başbakan muhatap alıp, tepki gösterince.
 Birileri için daha bir kıymetlendi, Taraf’ın yalan haberleri, Altan’ın cevabı.
 Altan’ın baştan sona “devlete” kin kustuğu Başbakan’a cevap yazısının başlığını görünce “Bu nasıl ahlak” diye düşündüm.
 Ahmet Altan ve “ahlak” yanyana öyle mi?
 Devlete, Sayın Başbakan’a “ahlak” dersi verene bak.
 Ahmet Altan’ın “ahlak” anlayışının ne olup ne olmadığını.
 Evli ve bir çocuk annesi Defne Joy Foster’in, oğlunun bekar evinde ölü bulunması olayında gördük.

Evli ve bir çocuk annesi sunucu Defne Joy Foster, Ahmet Altan’ın oğlu Kerem Altan’ın evinde solunum yetmezliğinden ölü bulunmuştu, Şubat 2011.
Dört dörtlük rezalet ve ahlaksızlıklarla dolu o olayın ardından kaleme aldığı yazıda Ahmet Altan, oğlu Kerem’in rolüne hiç değinmiyordu. Foster’in ölü bulunduğu ev Ahmet Altan’ın oğlu Kerem Altan’ın eviydi. İkili o gece bir kulüpte tanışmışlar ardından Altan’ın bekar evine geçmişlerdi. Aşırı alkol alan Foster o gece Altan’ın evinde yaşamını yitirmişti.
Ahmet Altan ertesi günkü yazısında, ateist olduğu bilinmesine rağmen haksızca “Tanrı”yı ve inandığını düşünmediğim “kader”i suçluyordu.
Ağlu Kerem Altan’ın olaydaki rolünü görmezden geliyordu.
Hadisenin diğer başlıca unsurları olan alkol, eğlence, aşk, seks ve aldatmaya da hiç değinmiyordu.
İşte Altan ahlakı buydu.
Ama ne bekleniyordu ki, geçmişte “sado-mazoşist” itiraflarda bulunmuş birinden.
Pek çoğumuz bilmez, bu sapık itirafları.
Bir kez de bu köşeden hatırlatmakta fayda görüyorum.
Bilinsin ki, önüne gelene, “aydın” kisvesi altında “ahlak” dersi verenlerin yazıp çizdiklerindeki niyet doğru anlaşılsın.
1985 yılında, aylık yayınlanan “Kadınca” dergisinin Eylül sayısına verdiği röportajda bakın neler söylüyor, Türkiye’nin başına “ahlak hocası” kesilen Ahmet Altan:
“Ensest ilişkiyi onayladığını, hayvanlarla cinselliği normal karşıladığını ve bütün kadınlarda bir fahişe eğilimi olması gerektiğini” söylüyor, örneğin.
Röportajda “kadınlarda fahişe eğilimi olması gerektiğini” savunan Altan, anne-oğul, baba-kız ensestten hayvanlarla cinsel ilişkiye kadar ancak ruh hastalarında görülebilecek sapıklıkları yüceltiyor.
“Roman” adı altında pornografi yazarlığı ile de tanınan Altan, röportajında sadomazoşist eğilimleri ile ilgili açıkça itiraflarda bulunuyor.
Ve daha neler neler.
 

Ateist solcu yazar Ahmet Altan, yakın zamanlarda yazdığı erotik romanları ile de tanınmıştır. Ayrıca 1985 yılında Kadınca Dergisi’ne verdiği bir röportajda anne-oğul, baba-kız ve insan-hayvan tarzı cinsel ilişkilerin normal görülmesini savunmuş birisidir.
Eminim ki insan olanın midesi bulanır okurken.
Aynı röportajda Ahmet Altan, cinayet işleme eğiliminde olduğundan da bahsediyor.
Şöyle diyor örneğin:
Cinayet işlemek ister miydim, belki. Ama bazı şeyler sadece fikir olarak çekici gelir. Cinayet işlemek istediğim zamanlar da olmuştur. Somut bir kişiye karşı değil sadece. Günde 8 – 10 kişiyi öldürmek isteyebilirim. Böyle bir vahşet var insanların içinde. Benim de vahşete bir yakınlığım var. Ama somut bir cinayet bana çirkin gelebilir. Kanlar akacak, adam yıkılacak, düdükler çalacak, polis gelecek. Uzun iş. Ama soyutta cinayet çekici benim için. Tabii silahı tercih ederdim. Zehir işin dehşetine pek uygun düşmüyor. Fazla sinsice.
Terör örgütü PKK’ya olan sempatisi, “vahşete yakınlığı”ndan kaynaklanıyor anlaşılan.
“Demokrasi”, “insan hakları”, “ahlak” gibi yaldızlı laflar altında PKK’yı hoş göstermeye çalışırken, içindeki “vahşeti” tatmin ediyor olmalı.
İşte Ahmet Altan ahlakı bu.
İşte Ahmet Altan gerçeği bu.
(Fatih Akkaya, www.habervaktim.com, Ocak 2012
 



 

Ulu Orta Domuz Edepsizliği Yapanlar

En Büyük Çirkinlik Çıplaklık Değil de Nedir?

Kahrolası Sapkınlık

Adana’da 15 ay önce pencereyi kırarak girdiği evde 97 yaşındaki A.U.’nun boğazına bıçak dayayıp, kulağındaki altın küpeleri aldığı ve tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklu yargılanan 20 yaşındaki Mehmet Fatih Ataş hakkında 36 yıl hapis cezası istendi. Mağdur kadının avukatı Abidin Kaleağası, müvekkilinin yaşadığı olay nedeniyle 3 ay önce kahrından öldüğünü söyledi.
Merkez Seyhan İlçesi’ne bağlı Demetevler Mahallesi’nde 6 Ekim 2010′da meydana gelen olayda yalnız yaşayan A.U.’nun evine iddiaya göre pencere demirlerini keserek giren Mehmet Fatih Ataş, çalacak eşya aradı. Kulağı zor işiten yaşlı kadının evinde çalacak bir şey bulamayan Atay, yatağında tespih çekerek ibadet yapan A.U.’ya yaklaşıp para istedi. Olumsuz yanıt alan Ataş, kulağındaki altın küpeleri istedi. A.U.’nun karşı koyması üzerine mutfağa gidip, aldığı bıçakla tehdit eden Mehmet Fatih Ataş,, küpeleri çıkartıp aldı. Daha sonra da yaşlı kadının üzerindeki elbiseleri yırtıp, ağzını kapatarak tecavüz etti.

BAŞKA BİR HIRSIZLIKTAN YAKALANDI

Evden çıkıp giden Mehmet Fatih Ataş, 4 ay sonra Pozantı İlçesi’nde karıştığı hırsızlık olayıyla ilgili soruşturma sırasında yakalandı. Parmak izi karşılaştırmasında A.U.’nun evindeki parmak izleri ile uyuşması üzerine tutuklandı. Ayrıca, A.U.’nun üzerinde bulunan meni lekesi ile DNA’sının da uyuştuğu belirlendi.

SUÇLAMAYI KABUL ETMEDİ

Çıkarıldığı mahkemede tutuklanan Ataş hakkında ‘Nitelikli yağma, nitelikli cinsel saldırı, nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal etme, mala zarar verme’ suçlarından 39 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. Sanık Ataş, görülen davada suçlamayı kabul etmeyip en yakın arkadaşının kendisine iftira attığını öne sürerek, “Şimdi cezaevinde bulunan en yakın arkadaşım, kendisine ait uyuşturucuyu satmadığım için bana iftira attı. Suçlamayı kabul etmiyorum” dedi.

YÜZÜNE TÜKÜRDÜ

Geçen duruşmaya yürüme güçlüğü çektiği için tekerlekli sandalyede, torunlarının yardımıyla getirilen A.U., hakimin “Bu kişi miydi?” diye sorması üzerine “Buydu. Bu yaştan sonra namusumu kirletti” diyerek sanığın yüzüne doğru tükürdü. Kulakları ağır işiten A.U., ifadesinde “Saat 02.00 sıralarıydı. Ben tespih çekiyordum. Baktığımda başucumda gördüm. ‘Ben hırsızım. Para ver para’ dedi. Ben, param olmadığını söyleyince bıçağı boğazıma dayadı. ‘Seni öldürürüm’ dedi. Kulağımdaki küpeleri çıkarıp aldı. Üzerimdeki elbiseleri parçaladı. Sonra da tecavüz etti” diye konuştu.
Uğradığı cinsel saldırıdan dolayı Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nden ruh sağlının bozulduğuna dair rapor verilen A.U.’yu, mahkeme heyeti ruh ve beden sağlının bozulup bozulmadığı konusunda bir kez daha araştırma yapılması için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk etti. Ancak A.U. 3 ay önce, hem rapor aldırılamadan, hem de sanığın ceza aldığını göremeden kalp yetmezliğinden öldü.

YARGILAMADA SONA GELİNDİ

Yargılamada sona gelinince mahkeme savcısı mütalaasını verdi. Mütalaada, sanık Ataş hakkında yağma suçundan 15 yıl, cinsel saldırı suçundan 18 yıl ve mala zarar verme suçundan da 3 yıl olmak üzere toplam 36 yıl hapis cezası istendi.

Sanık Ataş ise savcının mütalaasını kabul etmediğini belirterek, “Benim suçlamalarla bir ilgim yok. Beraatımı talep ediyorum” dedi.
A.U.’nun avukatı Abidin Kaleağası ise, “Merhum müvekkilim cinsel saldırıya uğradığı için tüm dünya ile irtibatını kesmiş, akrabaları ile dahi olaydan sonra görüşmeyerek adeta kahrından ölmüştür. Bu nedenle sanığın en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyoruz” dedi. Sanık avukatı Mehmet Savrun, mütalaaya karşı yazılı beyanda bulunmak üzere süre talep etti.
Mahkeme heyeti, sanık avukatına savunma yapması için süre vererek duruşmayı erteledi.

(Mehmet Kaymak, DHA, 21.12.2011)

 Mehmet Ali Erbil’den Bir Edepsizlik Daha

Komedyen Mehmet Ali Erbil yanında gezdirdiği iki seçkin kız için kesenin ağzını açtı. Ağabeyi Mustafa Erbil’in de eşlik ettiği ünlü komedyen, İstinye Park’ta girdiği bir mağazada yakından ilgilendiği kızları hediye yağmuruna tuttu. Erbil’in kasada yüklü miktar ödediği görüldü. Erbil yaklaşık bir saat süren alışveriş boyunca kızlar için kimi zaman beğendiği aksesuvar ve giysileri da kendi elleriyle seçti. Mağazadan şoförünün taşıdığı altı poşetle çıkan Erbil, otomobiline bineceği sırada yanındaki kızlarla gazetecilere yakalanınca kısa bir şaşkınlık yaşadı.
Ardından işi şakaya vuran ünlü komedyen, hemen kızları ağabeyinin yanında bırakıp ayrı bir köşeye geçti. Erbil’in, gazetecilerin “Kızlar yabancı mı?” sorusuna ise gülerek “Yok yok onlar Vanlı. Bu gün bize geldiler yedirdik, giydirdik şimdi de yolcu ediyoruz. Yanlış anlaşılmasın tamamiyle insanlık görevimizi yaptık” diye gülerek yanıt vermesi şaşkınlık yarattı. Ağabeyi Mustafa Erbil iki yabancı kadınla taksiye binerken, Erbil ise yaptığı gafın ardından kızlar için aldığı hediye poşetleriyle birlikte şoförünün kullandığı otomobiline geçti.

Ekim 2011 tarihli Van depreminde bine yakın vatandaşımız hayatını kaybetmiş, kış soğuğu ve artçı depremler sebebiyle binlerce vatandaş ülkenin çeşitli yerlerine barınmak için gönderilmişti.
Erbil’in İlk Edepsizliği Değil
Ünlü şovmen, daha önce bir çok kez büyük tepki çeken gaflara imza attı. Özellikle 2010 yılında Erbil’in canlı yayında yaptığı ‘mum söndü’ gafı Alevilerin büyük tepkisini çekmişti. Büyük protestolara maruz kalan Erbil’in programı yayından kaldırılmıştı. Sonrasında ünlü şovmen defalarca Alevilerden özür dilemişti. İşte Mehmet Ali Erbil’in inanılmaz gafları:
» Yıl 2004: Çarkıfelek programına telefonla bağlanan kadın yarışmacı ısrarla otomobil isteyince, Erbil ağzını bozdu. Kuliste mikrofonunun açık olduğunu fark etmeyen şovmen, yarışmacıya ‘Oğlunun da a…’ diye küfür etti.
» Yıl 2006: Ya Şundadır Ya Bunda programında bir yarışmacının pantolonunu indirdi. İç çamaşırı olmayan yarışmacının cinsel organı göründü.
» Yıl 2007: 50 Sarışın programında yarışmacılardan biri 16 yaşında evlendiğini söyledi. Erbil de bunun üzerine ‘O yaşta kocanınkinden korkmadın mı?’ dedi. Aynı yıl yine, 50 Sarışın programında yanındaki erkek yarışmacıya, karşıdaki kadınları göstererek ‘Gördün mü ka…?’ diye sordu
» Yıl 2008: Çarkıfelek’te, ‘Bir Çerkez tavuğu vardır, bir de Çerkez lavuğu vardır’ diyen Erbil’e tepki gösteren Çerkez vatandaşlar stüdyoyu bastı.
» Yıl 2008: Çarkıfelek’te, ‘Tebriz’e selam, Erbil’e selam, Afganistan’a selam, El Kaide’ye selam’ diyerek büyük bir gafa imza attı.
» Yıl 2010: Çarkıfelek programında Erzincan’la yaptığı canlı bağlantı kesildi. Erzincanda ekran kararması üzerine Mali ‘Mum söndü mü yapıyorsunuz burada?’ sözleri Alevilerin büyük tepkisini çekti.
» Yıl 2011: Erbil, iki yabancı güzelle objektiflere yakalandı, gazetecilerin yabancı kızlarla ilgili sorularına “Onlar yabancı değil Vanlı. Bize geldiler yedirdik, içirdik, giydirdik şimdi de yolcu ediyorum. İnsanlık görevimizi yaptık” dedi.

Yaptığı tüm programlar olay olmasına rağmen, Mehmet Ali Erbil’in sürekli televizyonlardan hiç eksik olmaması, “Acaba bu ahlaksizlığı kimler izliyor?” sorusunu akla getiriyor.
(Star, Aralık 2011  
 

Recep İvedik Zaman’la Nasıl Hidayete Erdi?

Yeni gösterime giren Recep İvedik3′ün kahramanı Şahan Gökbakar, ilk röportajını Zaman gazetesine verdi! Bizim mahallede de bol miktarda İvedik olduğu göz önüne alınırsa bu röportaj bayağı isabetli olmuş. Bakalım İvedik neler söylemiş?

Şahan Gökbakan veya Recep (Mübarek Aylardan) İvedik
Çoğunluk beni seviyor bunu rakamlardan da görüyoruz
Türkiye onu televizyondaki bir şovla tanıdı. Ekranlarda kısa süren programlardan sonra ise yeni bir kimlikle karşımıza çıktı: Recep İvedik. Son yılların en çok izlenen Türk filmi Recep İvedik’in üçüncüsü dün gösterime girdi. Bu karakterin -yoğun eleştiri bombardımanına tutanların aksine- ‘delikanlı’ ve ‘bizden’ biri olduğunu söyleyen Şahan Gökbakar, filmlerinin kamplaşan, gerilen ve zor günler yaşayan Türkiye’ye iki saatlik hoşluk yaşattığını düşünüyor. Ona göre, demokratik açılımın âlâsı da 8 milyon insanın izlediği Recep İvedik filmlerinin gösterildiği sinema salonlarında yaşanıyor. Çünkü farklı etnik köken, inanç, siyasi düşünce ve hayat tarzından insan aynı sıralara oturarak, aynı şeye gülüyor.
Medya eleştirileri yapan, muhalif biriyken nasıl birden yüzde yüz dönüş gerçekleştirdiniz?
Yoo, hâlâ muhalif bir tavrım var medyadaki garipliklere karşı. Değişim dönüşüm olmadı. Zaten Recep İvedik de o programdaki bir karakterdi.
Eleştirdiğiniz adamların yerine geçtiğinizi düşünüyor musunuz?
O dönemde reyting için ‘Biri bizi gözetliyor evleri’ gibi insanların bütün değerlerinin yok edildiği programlar yapılıyordu. Onlarla dalga geçiyordum. Şu anda televizyon şovu yapsam yine aynı tarzda bir program yaparım. Fikirlerim değişmedi.
İnsanlar Şahan’ı mı Recep İvedik’i mi izlemeye geliyor?
Recep İvedik’i izlemeye geliyor. Güzel olan da bu. Çünkü ben bir sinema karakteri oluşturdum, o karakteri izlemeye gelsin isterim insanlar.
Recep İvedik 1 ve 2′yi yaptınız, şimdi de 3 çıktı. İyi gitti, iyi izlendi ama sıkılmadınız mı?
Yok, sıkılmadım. Sıkılsam zaten yapmam. Böyle bir şey tuttu, sıkıldım ama para için bunu devam ettirelim gibi bir tavırda olmam.
Bu karakter, tıpkı Polat Alemdar tiplemesi gibi sizin üzerinize yapışıp kaldı. Bundan çekinmiyor musunuz?
Yok çekinmiyorum. Çünkü Necati başka bir karakteri oynar, herkes Polat’ı bir kenara bırakır, onu konuşur. Oktay Kaynarca da Çakır’dı önce, şimdi Adanalı. Bundan rahatsız olunmaz. Bu böyle oluyorsa başarıdır.
Yeni bir şey üretecek malzemeniz yok mu, neden farklı bir şey denemiyorsunuz?
Benim elimde Türkiye’deki birçok komedyenden daha fazla malzeme vardır. Televizyonda 400-500 tipleme yapmışım. Bunları alıp film yapsam 400 film eder. O yüzden öyle bir sıkıntım hiçbir zaman yok. Recep İvedik de başlangıçta bir üçleme olarak tasarlanmış bir projeydi.
Kolejlerden, özel üniversitelerden geliyorsunuz. Bu tipi nereden belirlediniz, nerede teşrik-i mesai yaptınız?
Evet, ama çok fazla sokakta vakit geçirdim. Lüks bir sitede oturuyordum ama onun güvenlik görevlileri en yakın arkadaşlarımdı. Taksicilerle çok sohbet ederdim, kahvelere gidip insanlarla otururdum. İnsanları o dönemde gözlemlemişim.
Recep İvedik karakterini yaratırken psikiyatrlardan, sosyologlardan, siyaset bilimcilerden yardım aldınız mı?
İnanır mısınız, hiç kimseyle hiçbir şey çalışmadım. İlk programda internette bir haber bulmuştuk. Bir adamın üst komşusu sepet sarkıtıyormuş bakkala. Adam sürekli camının önünden sepet geçtiği için sinirlenip ipini çekmiş. Kadın da ipi bileğine doladığı işin aşağı düşmüş. Bu haberin skecini çekmeye karar verdik ve o karakter Recep İvedik oldu.
Film karakteriniz üzerine, ‘Bir kimlik bunalımının yansımaları: Recep İvedik filminin sosyolojik analizi’ başlıklı bir tez yazıldı. Tez yazılacak kadar önemli bir tip mi bu?
Valla onu yazanlara sormak lazım. Demek ki onlar öyle görmüşler ve bir tez yazmışlar. İster eleştirsinler, ister övsünler. Üzerine tez yazıyorlarsa önemli bir karaktermiş onlar için.
Filminizde toplam 646 olumsuz davranış tespit edilmiş. Bu kadar olumsuzluğu bir araya getirmeyi nasıl başarıyorsunuz, eğer bu bir başarı ise?
Vay be, vallahi bilemeyeceğim. 646 demek, bir de ben sayayım.
Cem Yılmaz neden size taş atıyor? Soğuk savaşın nedeni rekabet mi?
Bunu Cem Yılmaz’a sormanız lazım. Bilmiyorum. Öyle bir algı yaratıldı aslında. Çünkü benim kimseyle yaşadığım bir soğuk savaş falan yok. Benim umurumda değil. Soğuk savaşmış, bilmem neymiş, o bana laf etmiş.
Popüler dünyaya çok hızlı girdiniz. Şöhret olduktan sonra değişen değer yargılarınız oldu mu?
Yaşadığım hayatta bir değişim olmadı, ama sorumluluklarım ve sıkıntılarım arttı. Daha fazla şeyle meşgul olan bir kafaya sahip oldum. Daha az gülümseyen bir adam haline gelmeme neden oldu bu. Daha fazla gülen, daha fazla eğlenen bir insan iken şimdi sessizleştim, sakinleştim. Ama değerler açısından bir oynama olmadı.
Bu süreçte yalpalamamak, kendiniz olarak kalmak için sarıldığınız direnç noktaları var mı?
Kimseye eyvallah etmemek, kimseden bir şey istememek. Beni bu piyasada güçlü kılan şey bu. Kimseye bir borcum yoktur, kimseden de alacağım yoktur. Sadece kendi inandığım ve istediğim işleri yaptım en başından beri. Kimseye minnet borcum yok. Bu piyasanın içinde 4-5 yılda bu kadar büyük işler yapıp saygı duyulan bir insan haline geldim. Bunu önemsiyorum daha çok.
Sizi antipatik buluyorlar
Doğrudur. Bu iş beraberinde böyle şeyler de getiriyor. Belki kazandığım paradan, yakaladığım başarıdan insanlar bazen haset duyarlar. Bu ünlü olmanın verdiği bir handikap. Ama çoğunluk beni seviyor. Bunu rakamsal olarak da görüyoruz.
Recep İvedik sesini yükselterek bastırıyor herkesi, haksız da olsa haklı konuma geçiyor. Bu toplumda sesini yükseltmek haklı olma nedeni midir? Örneğin Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal, ekran başına çıkan paşalar neden hep bağırır?
Yok aslında. İnsanlar dertlerini anlatmak istedikleri zaman, ilgiyi üzerlerine çekmek için böyle bir şey yapıyorlar belki de. Biz Akdeniz toplumu olduğumuz için biraz ateşli bir toplumuz. Sevindiğimizde de sinirlendiğimizde de coşuyoruz.
Recep İvedik her şeye sesini yükselten bir karakter. Türkiye gündeminde siz nelere sesinizi yükseltirsiniz?
Gündemle ilgili sıkıntıları hayatımda çok fazla merkeze koyup onlarla ilgili sinirlenmiyorum.
Türkiye’ye ilişkin canınızı sıkan neler var? Darbe iddiaları, suikast planları, Ergenekon, Kürt meselesi
Ben çocukluğumdan beri bu ülkede doğmuş ve yaşamış olmaktan dolayı kendimi çok mutlu hissettim. Bu filmleri yaparken de şunu düşündüm. Bu kadar derdin, tasanın, kutuplaşmanın olduğu bir ortamda 4.5 milyon aynı salona girip aynı filme kahkaha atıyor. Laz da var, Çerkez de var, türbanlısı da var, başı açığı da… Hepsi aynı sıralarda oturup aynı şeye gülüyor. Bizi bu kadar yıl ayakta tutan gizli kahraman da bu birlik beraberlik.
Endişelendiriyor mu yaşananlar sizi?
Ben bu toplumun reflekslerine, güdülerine, birlik ve beraberliğe olan inancına o kadar güveniyorum ki, hiç endişelenmiyorum. Tek yapmamız gereken birbirimizi seviyor olmamız. Hiçbir şekilde birbirimizi kaybetmemiz gerekir. Birbirimizi kaybedersek asıl sorun o zaman başlar.
Türkiye demokrasisi bunların önüne geçecek nitelikte mi?
Demokrasi kazanılmış bir haktır dünya üzerinde. Artık demokratik bir toplumsunuz diye size kimse vermez. Demokratik haklar elde edilir, demokratikleşilir. Biz de daha demokratik bir ülke haline geleceğiz, önemli olan bu sıkıntılardan geçmek.
Bu yöndeki çabaları, demokratik açılım adı verilen süreci nasıl görüyorsunuz?
Ülkemiz daha demokratik bir ülke haline gelecekse, hepimiz bunun olanaklarından yararlanacaksak, atılan her adımı destekliyorum. İnsanların rahatça konuşabilmesi, fikirlerini başka birinin hakkına tecavüz etmeden savunabilmeleri gerektiğine inanıyorum. İnsanların ne olursa olsun birbirlerini sevmeleri gerektiğine inanıyorum. Biz dünya üzerindeki nadir milletlerden biriyiz. Bu ülkede yaşayan herkes buna dâhil. İnsanlar birbirlerini sevsin. Tek çıkış noktası o.
Kendinizi ve yaşadığınız toplumu çok seviyorsunuz anlaşılan
Evet çok seviyorum. Mesela yurtdışına gidiyorum. Oh diyorum, kimse beni tanımayacak, kimse benimle fotoğraf çektirmeyecek, kimse benden imza istemeyecek. Rahat bir hafta geçireceğim. 3. gün bana gelmeye başlıyorlar. Hiç kimse beni tanımıyor, hiç kimse beni sevmiyor, kimse benimle fotoğraf çektirmiyor diye moralim bozuluyor. Uçağa binip geri dönüyorum. Pasaport kontroldeki memur ‘Şahan bey hoşgeldiniz’ diyor. Abi diyorum iyi ki geldim ülkeme. Müthiş bir yer burası.

(Emine Dolmacı, Zaman, 13 Şubat 2010)
 

Recep İvedik, filmlerinde küfürbaz ayı tiplemesiyle nasıl bir sanat hizmeti verdiğini sorgularken, 1 milyon Zaman abonesi verdikleri hizmetin sorgusunu yapmalıdırlar. Yoksa “Bir zamanlar bir Zaman vardı” derler.
Zaman Zaman Değişen Fikirler: Zaman gazetesi kadın basketbol milli takımının reklam reklam fotoğrafını yayınlamadı. Çünkü sporcular şortluydu! Yani bacakları görünüyordu. Bu haber Cengiz Semercioğlu tarafından verildi. (Hürriyet-Kelebek, 4 Temmuz 2011) Aynı Zaman gazetesi Avrupa Kadınlar Basketbol maçındaki basketbocularımızdan herbirinin maçtaki fotoğraflarının yayınladı. Üstelik hep yarım sayfa. Bacakları görünmüyor ama kolları ve bacakları görülüyordu! Zaman gazetesinin, gazeteciliğini bile tesettür kurallarına göre yapması bir yana kendisiyle ve tesettür kurallarıyla çelişiyordu. Tesettür kurallarına göre, kadının kolları ve omuzları da görünmez. Ama Zaman gazetesi bu fotoğrafı yayınlamakta bir sakınca görmüyor? Neye göre? Soru şudur: Zaman gazetesinin, İslami kurallar dışında bir tesettür anlayışı mı var? Eğer böyle değilse bacaklarla kollar arasındaki bu seçiciliğin nedeni nedir? (Temmuz 2011)

 Mezar Öpücüler

Oscar Wilde‘ın Pere Lachaise’deki mezarı, hayranlarının bıraktığı ‘öpücük izlerinden’ temizlendi ve zarar görmemesi için camla kaplandı. İrlandalı yazar ve şair Oscar Wilde’ın kadın hayranlarının eseri olan ruj lekeleri nedeniyle seneler içinde oldukça zarar gören ve dünyanın en kirli turist mekanlarından biri olarak gösterilen mezar, Wilde’ın torunu Merlin Holland, ünlü şairle ilgili bir senaryo kaleme alan İngiliz oyuncu Rupert Everett ile Fransız ve İrlandalı yetkililerin katıldığı bir törenle ziyarete açıldı.

İrlanda hükümetine mezarda yapılan yenileme çalışmasını finanse ettiği için teşekkür eden Holland, çok uzun zamandır büyükbabasının eserlerinden telif ücreti alamadığını, bu nedenle mezarı onarmanın kendisi için imkansız olduğunu kaydetti.
Rupert Everett da kadın hayranlarının Wilde’ın mezarını ”sonu gelmek bilmeyen öpücükleriyle kelimenin tam anlamıyla yiyip bitirdiklerini” belirterek, ”Wilde bugün yaşasaydı, gördüğü bu ilgiden büyük mutluluk duyardı” diye konuştu.
Everett, Wilde’ın ünlü eserlerinden ”Ciddi Olmanın Önemi”nin (The Importance of Being Earnest) beyazperde uyarlamasında rol aldığını da hatırlatarak, Wilde’ı ”hem dehası hem de akılsızlığından ötürü çok ilham verici ve acıklı” bulduğunu belirtti

Erkeklerle ilişkilerini kaleme alan İrlandalı yazar Wilde zekası ve ahlaksızlığı ile ün yapmıştı.
Wilde sefalet ve fakirlik içerisinde bir otel odasında menenjitten ölü bulundu.
1900 yılında Paris’te bir otel odasında yoksulluk içinde hayata veda eden Wilde’ın mezarı, modernist heykeltıraş Jacob Epstein tarafından tasarlanmış, 1985 yılına kadar neredeyse hiç zarar görmemişti. Mezar, 1990′lı yıllardan itibaren ruj lekeleri ve grafitilerin kurbanı olmuştu. Mezarın etrafına yerleştirilen cam kaplama, ziyaretçilerin mezar taşına dokunmasını engellese de Wilde’ın hayranlarının şimdiden mezarın yanı başındaki ağaca öpücük izlerini bırakmaya başladıkları belirtiliyor. Pere Lachaise mezarlığı, Wilde’ın yanı sıra Edith Piaf, Marcel Proust ve Jim Morrison gibi pek çok ünlü ismin mezarına ev sahipliği yapıyor.

(NTV, Aralık 2011)

Kapitalizmin Edepsizlik Sömürüsü

Dünya Çocuk Hakları Günü’nün kutlandığı şu günlerde Türkiye’de çok bilinen bebek bezi markalarından Evy Baby’in son reklam filmi büyük tepki topladı. Kız bebeklerin seksi kıyafetler giydirildiği reklam filmini değerlendiren uzmanlar çocuk istismarı uyarısında bulundu. Reklam Özdeneti Kurulu’nun dün bu haliyle yayınlanamaz kararı çıkardığı reklam filmi, başta youtube olmak üzere bir çok video paylaşım sitesinde izlenebiliyor.
Demet Akalan’ın “Bebekte” isimli şarkısından uyarlanan, “Popoma evy baby takarım, Bebek’te üç beş tur atarım, evy baby incecik ben rahatım, gördüğün gibi ben havalıyım” sözleriyle ekrana gelen reklamda, kız bebeklerin seksi kıyafet ile hareketleri dikkat çekiyor. Reklam daha çok, çocuk kanallarında ekrana gelirken, aktüel kanalların gündüz kuşaklarında ve çocuk dizileri yayındayken de gösterildi.

 

Reklama en çarpıcı eleştiri ise ünlü dizi yönetmeni ve senarist Birol Güven’den geldi. Şu anda Papatyam ve Çocukların Duymasın dizileri ekrana gelen Güven, Twitter’a yazdığı mesajda, atv ve Star televizyonlarına çağrıda bulunarak bahsi geçen reklamın bu dizilerin reklam kuşağında gösterilmemesini istedi.
Kız bebeklerin üstündekiler, reklamda kullanılan “Bebek’te” şarkısını seslendiren pop sanatçısı Demet Akalın’ın klip ve konserlerinde giyindiği kıyafetlere benzer olması da dikkat çekiyor.

SONU PEDOFİLİYE GİDEBİLİR
Reklamla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Haber 7’nin Pedagog yazarı Mehmet Teber’in tespitleri ise çok çarpıcı. Reklamın çocukları büyümeden büyüttüğüne dikkat çeken Teber, bir uyarıda bulunarak, bunun sübyancılık da denilen pedofiliye gidebileceğini kaydetti. Reklamdaki kıyafetlerin pedagojik olmadığını belirten Teber, “Çocukların bezle dolaşması, mayo ile dolaşmayı, bacağı açık gezmeyi bilinçaltlarına gönderiyor.” dedi

Günümüzde Dini İmanı Para Olan Bir Grup Komite
Medya Silahını Kullanarak Ürünlerini ve Fikirlerini Pazarlıyor
Haber 7 yazarı Mehmet Teber’in uzman gözüyle yaptığı tespitler şöyle: Reklam günümüzde yapılan bariz bir hatayı yapıyor. Çocukları büyümeden büyütüyor. Artık çocuklara alınan kıyafetler çocuksu değil. Çocuğun üzerine giydirildiğine ona yetişkin havası veriyor. Çocuk da kıyafetle birlikte o moda giriyor. Reklam öncelikli olarak bunu yapmış. Başka markalar da yapıyor. Bazı mağazalarda 5 yaşındaki kızlara giydirdikleri kıyafetler nedeniyle ergenlik dönemindeki kız görünüyor. Bu küçük çocukların cinsel obje olarak algılanmasına yol açıyor. Sonucu pedofiliye gidebiliyor. Ayrıca bu kıyafetler pedagojik değil. Çocuk düğmesini takamıyor, kayışını çözemiyor, kafasından geçiremiyor. Reklamdaki kıyafetler de pedagojik değil. Çocuk o hassaslıktaki kıyafetleri kullanamaz, koluna öyle çanta takarak gezemez. Son olarak çocukların bezle dolaşması, mayo ile dolaşmayı, bacağı açık gezmeyi bilinçaltlarına gönderiyor. Hukuken ele alınması gereken noktalar da olabilir.

PEDOFİLİ NE DEMEK? Pedofili ya da sübyancılık: Yetişkin bir kimsenin ergenlik öncesi çocukları veya ergenliğe yeni girmişleri cinsel açıdan çekici bulması ve cinsel eğiliminin çocuklara yönelik olmasına neden olan psikoseksüel rahatsızlık. Bu durumdan muzdarip kişilere pedofil ya da sübyancı denir.

YAZAR ANNENİN İSYANI: BU REKLAM DURSUN

Reklamdan kızının, ‘Hiç bebekler öyle gezer mi?’ şeklindeki sorusuyla haberdar olduğunu belirten siyasetçi ve sivil aktivist Emine Uçak Erdoğan ise www.on5yirmi5.com’daki yazısında reklamın durdurulması için RTÜK’E çağrı yaptı. Reklamı yayınlayan televizyon kanallarına da tepki gösteren Erdoğan’ın eleştirileri şöyle:
Kime hizmet ediyor acaba bu reklam? Bu reklamı izleyip ‘hemen bir evy baby’ alayım diyen ebeveynler mi çıkacak? Diğer bebek bezleri reklamlarının arasından sıyrılmanın yolu; minicik bebekleri büyük kadınlar gibi giydirmek, makyaj yapmak mıdır? Sorular uzayıp gidiyor, tam anlamıyla çocuk hatta bebek istismarı olan bu reklam için. Hadi reklam bir şekilde çekildi ve Evy Baby’ciler bu ‘cin fikire’ tav oldular. Çizgi filmlerinin dublajlarına bile hassasiyet gösteren Yumurcak TV’ye ne oluyor? Ticari kaygı bu kadar mı filtreliyor sahih duyguları?
Hepimize düşen ‘çocuk istismarından’ başka bir şey olmayan bu reklamı durdurması için RTÜK’e sesimizi duyurmak. Ve bence başından beri reklam mantığı ‘sakat’ olan Evy Baby’nin de durup düşünmesi için esaslı bir ‘boykot’u gündemimize almamız gerekiyor.

ÇOCUKLAR NEDEN İSTİSMAR EDİLİYOR?

Medyada ve sinemada çocuk imgesi üzerine geniş kapsamlı araştırmalar yapan Çağnur Öztürk ise T24’deki “Bitmeyen çocuk istismarı” başlıklı yazısında reklamı hayretle izlediğini belirtiyor. “Küçük kadınlar küçük adamlar yaratmak neden?” diye soran Öztürk’ün tepkisi şöyle: “Reklamı hayretle izliyorum daha küçücükler neden bu bebekleri genç kadın gibi göstermeye çalışıyorsunuz? Küçük kadınlar küçük adamlar yaratmak neden? Bu sadece bir bebek bezi reklamı. Kendinize gelin diye bağırmak istiyorum. Aynı firma daha önce de bebekleri podyumda manken olarak yürütmüştü, bu neyin kafasıdır? Çocuklar neden her fırsatta, reklam, dizi, sinema ve birçok yayın organında malzeme kaynağı yapılıp, istismar ediliyor? Yeter artık şu reklamlar yayınlanmadan birileri gözünü açsın.”

İNTERNET BU KONUDA BAŞA BELA

Sitemiz Genel Yayın Yönetmeni Gülizar Sönmez bu tarz reklamların televizyonlardan çok internet ortamında yaygınlaştığına dikkat çekti. Çocuk istismarının en fazla internet ortamında yapıldığına hatırlatan Sönmez, bu tür reklamların “Çocukların sevimlilikleri” şeklindeki ifadelerle video paylaşım sitelerinde paylaşıldığını ve reklamın ekranların kaldırılmasına rağmen böylece çocukların her an izlemesine yol açtığını belirtti. İnternet mecrasının daha duyarlı olmasını gerektiğini kaydeden Gülizar Sönmez şunları söyledi:
Bu bebek bezi firması, reklamlarında çocukların ticari meta olarak kullanılıp, sömürülmelerinin dışında, yaşından büyük bir şekilde giydirilerek çocuk istismarına çanak tutmaktadır. Reklamdaki çocuklara verilen imaj “anneyi taklit etme” durumundan çok uzak olup cinsel bir obje haline getirmiştir. TV’lerde belli aralıklarla yayınlanan reklam internet ortamındaki video paylaşım sitelerinde, sosyal mecralarda “çocukların sevimliliği” diye devamlı paylaşılmakta. İnternet medyası, video paylaşım siteleri ve sosyal medyanın bu konuda daha duyarlı olması gerekiyor. Bu reklam yasaklansa bile internet ortamından kaldırılması zor oluyor ve her geçen yayılır. Ayrıca anne babalar da dikkatli olmalı. Özellikle anneler iş yaparken, çocukları eğlensin diye, içinde bebek ve şarkı olan bu tarz videoları açıyorlar. Bu tür olayları haber yapmak bile bazen faydadan çok zarar verebilir. Çocukların cinsel nesneler olarak kutsanmasına izin verilerek uygunsuz ve cinsel içerikli reklamların her ortamda yaygınlaşması engellenmelidir.

RTÜK KESİN BİR DİLLE UYARIYOR

Reklamla ilgili RTÜK’ü nasıl bir karar alacağı da merak konusu. Özellikle sosyal medyada evy baby reklamına gösterilen tepkiler, RTÜK’e çok sayıda şikayet gittiğini de gösteriyor. Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmeliğinde bu tür reklamlara karşı açık ifadeler mevcut. Yönetmeliğin 3. Bölüm, 6. Madde, “k” Fıkrası, “Çocuklara yönelik ve içinde çocukların kullanıldığı reklamlarda, çocukların çıkarlarına zarar verecek unsurlar bulunmamalı ve çocukların özel duyguları göz önünde bulundurulmalıdır.” deniliyor.
3. Bölüm, 7. Maddede ise şu uyarı yapılıyor: “15 yaş ve altındaki izleyici kitleye yönelik ve bu kitlenin tüketebileceği ürün ve hizmetleri kapsayan reklamlar, çocuklara yönelik reklamlardır. Çocuklara yönelik olan veya onları etkileme olasılığı bulunan reklamlar ile içinde çocukların kullanıldığı reklamlarda, çocukların fiziksel, zihinsel, psikolojik ve toplumsal gelişim özelliklerini olumsuz etkileyebilecek unsurlar bulundurulmamalıdır

RTÜK Yasasının reklamlarla ilgili bölümünün 19. maddesinde “Bütün reklamlar adil ve dürüst olacak, yanıltıcı ve tüketicinin çıkarlarına zarar verecek nitelikte olmayacak, çocuklara yönelik veya içinde çocukların kullanıldığı reklamlarda, onların yararlarına zarar verecek unsurlar bulunmayacak, çocukların özel duyguları göz önünde tutulacaktır.” uyarısı yapılıyor.

ÇOCUKLAR SÖMÜRÜYE KARŞI KORUNMALI
Çocuk Hakları Bildirgesi’nin 9. ilkesinde “Çocuklar her türlü istismar, ihmal, ve sömürüye karşı korunmalı ve hiçbir şekilde ticaret konusu olmamalıdır.” deniliyor.
(Ersin Çelik, Haber7, Kasım 2011

Nostaljinin İçine Etmek


İğrençlik Nefreti

İtalyan giyim markası United Colors of Benetton, ‘Unhate / Nefret Etme‘ başlıklı yeni reklam kampanyasıyla, tüm dünya liderlerini ve uluslarını, nefret kültürüyle mücadeleye davet ediyor. İnsanlar, halklar ve kültürler arasındaki benzerlikleri keşfetmek için global bir çağrı niteliği taşıyan, Benetton’un iletişim ve araştırma merkezi Fabrica tarafından yaratılan yeni reklam kampanyası, bu amaçla kurulan ‘Unhate Vakfı’ tarafından destekleniyor.
Alessandro Benetton’un dün Paris’te tanıttığı kampanyanın ana fikrini, öpüşme eylemi oluşturuyor. Dünya liderlerini birbiriyle öpüşüyormuş gibi gösteren kampanya görselleri, tüm ayrılıkların aşılabileceği mesajını veriyor. Kampanyanın görsellerinde Barack Obama ile Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Hu Jinta; Papa 16. Benedict ile Kahire’deki ünlü El Eser camiinin imamı Ahmed Muhammed el-Tayeb, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun öpüşen fotoğrafları yer alıyor.
 

Her türlü sapıklığın meşrulaştırıldığı Avrupa toplumu,
sapık alışkanlıklarını reklam kisvesi altında tüm dünyaya enjekte ediyor.
Tanıtım toplantısında söz alan Alessandro Benetton, yaptığı açıklamada; “Küresel aşk her ne kadar hâlâ ütopya ise de, ‘nefret kültürü’yle mücade etmek, iddialı ancak bir o kadar da gerçekçi bir hedef. Bugün, büyük ayaklanmaların meydana geldiği ama büyük umutların da yeşerdiği bir dönemi yaşıyoruz. Reklam kampanyamızla, tarihin bu noktasında, toleransın ne kadar önemli olduğunu hatırlatmak istedik. İnsanların birbirine duyduğu nefretin nedeninin, ‘bilinmeyen’den, ‘öteki’nden duyulan korku olduğunu anlatmanın önemine inanıyoruz. Benetton’un sosyal meselelere duyarlı kimliği ve değerleriyle bire bir örtüşen kampanyayı başlatmış olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.” şeklinde konuştu

Sosyal ağlar ve dijital medya üzerinden yoğun biçimde duyurulacak kampanya için, Milano, Roma, New York, Paris ve Tel Aviv’de çeşitli etkinlikler düzenlendi. Kampanyanın dikkat çeken görsellerinden hazırlanan posterlerin, şehirlerin kilit noktalarına eşzamanlı olarak asıldığı etkinlikler, büyük bir merak uyandırdı. Fiziksel, siyasi, sosyal ve ideolojik sınırları aşacak bir açık demokrasi için çağrı yapan Benetton, vakfın yanı sıra pek çok iletişim faaliyetiyle projeyi destekleyecek. Projeler arasında en önemlilerinden biri, sıcak savaş bölgelerinden toplanan boş mermi kovanlarından inşa edilen, dört metre boyundaki dev güvercin heykeli olacak.

Nihat Doğan ve İzzet Yıldızhan’a Fuhuş Ba
skını


Dün akşam Ankara’da inanılmaz bir skandal yaşandı. Özel bir davete katılmak üzere birçok konukla birlikte Ankara’da olan iki ünlü türkücü Nihat Doğan ve İzzet Yıldızhan gecenin sonunda, Ankara dışından gelen konuklar gibi geceyi geçirmek üzere Sheraton Otel’e geçtiler. Ayakligazete.com’un özel haberine göre, gecenin ilerleyen saatlerinde odalarına iki tane hayat kadını çağırdıkları ve onlarla birlikte oldukları öğrenilen Nihat Doğan ve İzzet Yıldızhan, hayat kadınlarına paralarını ödemeyince aralarında tartışma çıktı.

Nihat Doğan ve İzzet Yıldızhan

Polise başvuran hayat kadınlarının ardından Ankara Sheraton Otel’e ahlak masası ekipleri geldi ve hem Nihat Doğan’ı hem de İzzet Yıldızhan’ı sorguları alınmak üzere polis merkezine götürdüler. Geceyi nezarette geçiren iki ünlü türkücü şu saatlerde ifadeleri alınmak üzere Ankara Emniyeti’nde sorgulanıyor. Nihat Doğan, İstanbul’daki menajeriyle yaptığı telefon görüşmesinde İzzet Yıldızhan’ın kendisini yaktığını, yaşanan olaylarla hiçbir ilgisi bulunmadığını belirtti. İki ünlü türkücü ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldı
 

İlyas Salman Cübbeli’yi Görünce Ağzını Bozdu
 

Cübbeli Ahmet Hoca’yı görünce sigortaları atan İlyas Salman, yanlışlıkla aynı minibüse binince olanlar oldu. Antalya Havalimanı’nda Cübbeli Ahmet Hoca ile karşılaşan İlyas Salman, “Atatürk mezardan kalkacak ve hepinizin ana… bell…” diye bağırdı.

Ateist Sinemacı İlyas Salman Alusal Parti’de – Kırklareli
Bu ilginç olayı Milliyet’in magazin yazarı Ali Eyüboğlu bugünkü köşesinde duyurdu. Eyüpoğlu olaya şahit olanların anlattıklarını yazdı. Antalya Havalilanı bahçesinde Altın Portakal töreni için İstanbul’dan gelecek konukları almak için bekleyenler arasında İlyas Salman vardı. Aynı mekanda Cübbeli hoca da bulununca ortalık fena karışmış. İşte yazarın kaleminden o anlar:
ALKOL KONUŞMASINDA CÜBBELİ ARAYA GİRİNCE

Yolcu trafiği yoğun olunca bazı konuklar, otomobillerinin gelmesini beklerken havaalanının bahçesinde sigara içip, meslektaşlarıyla sohbet ediyor.
48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin konuklarından İlyas Salman, meslektaşlarını havaalanında karşılayan Antalyalı sanatçı Sümer Tilmaç’a, oğluna söz verdiği için alkolü bıraktığını anlatırken Cübbeli Ahmet çıkış yapmasın mı içeriden? Cübbeli Ahmet’i görür görmez İlyas Salman’da sigortalar atıyor.
“Döverim ben bu adamı” diye söylenmeye başlıyor.
Yanındakiler Salman’ın koluna girip ‘Cübbeli Ahmet’in menzilinden uzaklaştırıyor.
Derken sanatçılara tahsis edilen VIP araçlardan biri görünüyor.
Ve ikisi aynı minibüste İlyas Salman, gelen otomobilin kendine tahsis edilen minibüs olduğunu sanıp, şoför mahalline kuruluyor. ‘Cübbeli Ahmet’ yüzünden kabaran öfkesini bastırmak için sigarasını içmeye de devam ediyor.
Bu arada ne olsa iyi? Cübbeli Ahmet, alanda onca otomobil varken gelip, İlyas Salman’ın ön koltuğuna kurulup, sigara içtiği VIP minibüse binmesin mi? Hem de çarşaflı bir kadın ve korumalarıyla.
İki ayrı dünyanın insanları nasıl oldu da aynı minibüste buluştu? Çünkü gelen VIP araç, Salman’ı otele götürecek minibüsle aynı model ve renkteydi.
Ekip, minibüsleri karıştırdıklarını fark edince, arkadan gelen asıl minibüse bindirmek için Salman’ı indirdi.
Salman minibüsten indikten sonra parmağıyla işaret ettiği Cübbeli Ahmet ve yanındakileri şöyle dedi: “Atatürk mezardan kalkacak ve hepinizin ana… bell

İçki Reklamından Peygambere Hakaret

ük Sanat Müziği’nin ünlü bestelerinden Sadettin Kaynak‘ın Peygamberimizr için yazıp güftelediği “Muhabbet bağına girdim bu gece” adlı şarkı içki firmasının Türk insanını alkolle buluşturmak için çektiği reklam filmine müzik oldu.

Mey İçki Sanayi ve Ticaret A.Ş. Tarafından Çekilen Reklamda

Yeni Rakı Tanıtılıyor

Video paylaşım siteleri ve sosyal paylaşım sitelerinde hızla yayılan reklam filminde kullanılan müzik Peygamber Efendimiz’e (S.A.V) ithaf edilen bir şarkı. Çünkü bu şarkı bestecisi Usta Müzik adamı Sadettin Kaynak tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (S.A.V) yazıldı. Bu şarkının besteleniş hikayesi de bir hayli ilginç

Bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz’i gören Kaynak sabah kalkar kalkmaz bugün hala dillerden düşmeyen mecazi aşıkların birbirine söylediği o unutulmaz besteye imza attı. O yüzden ‘Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece’ adlı, merhum Sadettin Kaynak’ın eseri Peygamber Efendimiz’e (sas) ithaf olunan bir şarkıdır:

O ŞARKINI SÖZLERİ

Muhabbet bağına girdim bu gece,
Açılmış gülleri derdim bu gece,
Vuslatın çağına erdim bu gece,
Muhabbet doyulmaz bir pınarmış.
Ararım, ararım, ararım seni her yerde,
Sorarım ıssız gecelerde, sevgilim nerde?
Açıldı bahtımın gonca gülleri,
Gönül bağında öter bülbülleri,
Aşkıma sarayım hep gönülleri,
Muhabbet doyulmaz bir pınarmış.
Ararım, ararım, ararım seni her yerde,
Sorarım ıssız gecelerde, sevgilim nerde?

(Bugün, Eylül 2011)
 

Reklamda İçip İçip Muhabbet Ediyor Gençler

Futbol ve Dizi Cumhuriyeti

Televizyon yayınlarıyla ilgili olarak gençler başta olmak üzere aileler ve topyekûn cemiyet ne kadar ikaz edilse, ne kadar ‘Kötü programlardan uzak durun’ denilse yeridir. Toptancılık olmasın diye kötü programlar ayırımı yapıyoruz, ama gerçekte iyi programlar hakikaten çerez mesabesinde kalmış durumda. Şahsen, misafirlik ve iş icabı mecburî izleme dışında TV izlemiyorum. Buna rağmen izleyenlerin şikâyetlerini ve dertlerini dinleye dinleye TV’lerde neler döndüğünden haberdar oluyoruz. Şimdiye kadar TV izleyip de “Oh, ne iyi ettim, ne çok faydalandım” diyene rastlamadık.
Bununla birlikte boş saatlerin çoğu TV, internet ya da benzeri şekilde sanal âlem karşısında geçiyor. Bazılarımız “Ben sadece haberleri izliyorum, başka programlara bakmam” diyor; ama gerçekte zarar için bu bile fazla! Haberleri kesinlikle zararsız görmemeliyiz. Belki de insanları yanlışlara yönlendirdiği ve beyin yıkadığı için haberler en zararlı programlardan biri haline gelmiş durumda. Her şey bir yana, hiçbir sansüre uğramadan evlerimize ulaşan reklâmlar bile zarar olarak yetmez mi? Güya dinî hassasiyeti olan TV kanallarının bile bu konuda vurdumduymaz, ‘Para gelirse gelsin de ne olursa olsun’ anlayışı korkulacak seviyeye ulaşmış. En müstehcen yayın yapan TV ile, güya muhafazakâr TV’lerdeki reklâmlar çok mu farklı? Haber, dizi ve programlardaki müstehcenlik kötü de, reklâmlardaki müstehcenlik kötü değil mi?
TV’lerdeki ve benzerî bütün sanal âlemdeki yayınlardan şikâyetçi olmayan kalmadı. Gazeteci-yazar Tayfun Talipoğlu, konu ile ilgili bir yazısında “Futbol ve dizi cumhuriyetinde çocuk yetiştirmek zor” demiş. Haksız mı? Futbol ve dizi cumhuriyeti tesbini çok iyi yorumlamak lâzım. Allah muhafaza, bu hal bizi felâkete sürükleyebilir.
Dizilerden yana bir şikâyet de TV spikeri Enver Seyitoğlu’ndan gelmiş: “Türk dizilerinde bir baldız-enişte enflasyonudur gidiyor. Tam sekiz ayrı dizide baldız-enişte ilişkisi yaşanıyor ve toplumumuzun bilinçaltına tehlikeli sinyaller gönderiliyor.”
Ünlü sunucu Korhan Abay da TV’lerden yana çok dertli. Şöyle demiş: “Son yıllarda yapılan televizyonculuk bana göre değil. Böyle bir yayıncılık anlayışını hiçbir şekilde beğenmiyorum ve tasvip etmiyorum. Televizyonların aslında kötü yönetildiğini ve Türkiye’yi kötü bir yola soktuğunu düşünüyorum. Sadece reytinge bağlı yayıncılık son derece yanlış ve toplumu olumsuz yönde etkiler. Aslına bakarsanız uzun süredir ulusal kanalları seyretmeyi bıraktım. Sadece haber kanallarını seyrediyorum. Seyredilecek bir program yok artık. Hiçbir diziyi seyretmiyorum. Yarışma programı görüntüsü altında yutturulan, insanların ne bilgilerini, ne becerilerini, ne kişiliklerini ölçmeyen, sadece duygu sömürüsü yapan, saçmasapan programlara da ayıracak zamanım yok, kusura bakmasınlar.”
TV başta olmak üzere sanal âleme yöneltilen bu eleştiriler çoğalmalı ki insanlar uyansın. Sanki TV olmazsa insanlar ölecekmiş gibi ya da diziler izlenmese dünya batacakmış gibi bir hava yayılıyor. Evinde TV olmayanlar başka gezegenden gelmiş muamelesine tabi tutuluyor. Bu yanlış anlayışlar da son bulmalı.
Futbol ve dizi cumhuriyetinden hür, adil, demokrat, insanları huzurlu bir cumhuriyete geçmek durumundayız. Bunun için de doğruları cesaretle tekrarlamaya, hatırlatmaya devam.
(Faruk Çakır, Yeni Asya, 2011-09-10)

TOPLUMUN BİLİNÇ ALTINA TEHLİKELİ SİNYALLER
Marmara Bölgesi’nde 12 ilden 235 belediyenin üyesi olduğu Marmara Belediyeler Birliği’nin İstanbul Eminönü’ndeki merkez binasında “Aile İçi İletişim” konulu program düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak katılan İletişim Uzmanı Enver Seyitoğlu Türk dizilerinde baldız-enişte ilişkisine dikkat çekti. 8 dizide baldız-enişte ilişkisi yaşandığını söyleyen Seyitoğlu “Türk dizilerinde bir baldız-enişte enflasyonudur gidiyor. Toplumumuzun bilinçaltına tehlikeli sinyaller gönderiliyor. Bu tarz diziler seyretmek yerine, komedi dizileri izleyin” dedi.
 

Medya Ahlaksızlığını Diziler Vasıtasıyla
Toplumun Bilinçaltına Yerleştiriyor
 

İŞTE O DİZİLER

» Öyle Bir Geçer Zaman ki
» Ezel
» Unutulmaz
» Yer Gök Aşkx
» Canım Ailem
» Lale Devri
» Yaprak Dökümü
» Samanyolu